Son Haberler

Merkez Bankası’nın pişiremediği çorba: Cari açık-faiz-enflasyon-kur

-TL’nin değer kaybetmesi her zaman rekabet avantajı getirmeyeceğinin en önemli kanıtı, dış ticaret hadlerinin 100’ün üzerinde iken 2021 yılında 80’lere düşmesidir. Yurtiçi milli gelirin oluşumuna yapışık olan ve son derece düşük esnekliği olan ara malı ithalatı yüksek veya düşük döviz kurundan etkilenmiyor. Türkiye’nin ihracatı da ara malı ithalatına endeksli olduğuna göre TL’nin değer kaybı her zaman rekabet avantajı getirmez.

TL’deki düşüşü sadece seyreden, sözel dahi olsa piyasalarla hiçbir iletişim muhabbeti kurma gereği dahi duymayan bir Merkez Bankası’nın, kitlesel yoksulluğu artıran bu politika tercihiyle neyi amaçladığı belli değil. İthalatın sıfıra yakın elastikiyet realitesine gözlerini kapatarak, düşük faiz yoluyla Türkiye ekonomisinin döviz kazancının artırılmasını hedeflemek, fiiliyatta kitlesel yoksulluğu artırmaktan başka bir sonuç üretmeyecek.

İhracat artsa da enflasyonun artış süreci maalesef bundan sonra da devam edecek. Kaldı ki faiz indirimleri ihracatta beklenen artışı da sağlamayacak. Üstelik ihracat gelirlerinin artırılması Merkez Bankası’nın görevi de değildir. Merkez Bankası bir an önce kendi esas görevine dönmeli, üzerine vazife olmayan işlere kalkışmamalı ve tüm gücüyle toplumsal kaosa yol açan enflasyon riskinin azaltılmasına odaklanmalıdır.

Merkez Bankası, politika faizini fiilen artırmayıp, yapmayı planladığı faiz indirimini bu ay pas geçse bile TL’deki erime ve kaos ortamı aynı hızla devam edecek ve gelecek yıla ağır bir miras olarak devredilecektir. Nitekim Merkez Bankası’nın faiz indirimine devam edeceğine ilişkin ısrarcı niyeti orta yerde duruyor. TCMB’nin faiz indiriminde ısrar etmesi intihardan başka bir şey değildir. 

Enflasyon düşmeden politika faizlerinin düşürülmesi kredi faizlerinin düşmesine yol açamaz. Ucuzlayan Türkiye varlıkları, yoksullaşan Türkiye demektir. Türkiye’yi ısrarla bu kaosa sürükleyenler de dahil olmak üzere, hiçbir kimse bu faiz indiriminden hiçbir fayda sağlayamayacak. Dövize dayalı servet artışı sağlayanların karşı kefesinde yer alan ve yoksullukları daha da artan kesimler her halde buna seyirci kalmayacaklar.

Cari açığı, kesintisiz ve sürdürülebilir bir büyümeye engel olmayacak bir düzeyde tutmak için   öncelikli olarak fiyat istikrarını sağlamak gerekir. Yani, cari açıkta optimum dengenin koşulu öncelikle düşük enflasyona ulaşmaktır. Merkez Bankası düşük faizle önce optimum cari dengeye ulaşacağını ve akabinde yüksek fiyat seviyesinin düşeceğini bekliyor ve sebep-sonuç ilişkisini karıştırıyor.

Yüksek enflasyon ortamında, cari açığın optimum dengeye çekilmesinin düşürülen faiz oranları yoluyla sağlanmaya çalışılması ekonomi literatürünün tanıdığı geçerli bir politika değildir. Kredi maliyetlerini aşağı çekecek olan düşük faiz politikaları tüketimi ve arkasından ithalatı artırarak cari açığın büyümesiyle sonuçlanır.  Zira, faizi indirerek cari açığın azaltılmasını beklemek, tam aksi yönde sonuç verir.

Enflasyonun, arz kaynaklı geçici nedenlere dayandığı yolundaki argüman Türkiye ekonomisi açısından hiçbir şekilde doğru olmayıp, faiz indiriminin savunulması için uydurulmuş asılsız bir bahanedir. Bütün bu politikalar, günün sonunda tekrar yüksek faiz artışıyla neticelenir ve fasit daire bir kez daha sınanmış olur.

TCMB PARA POLİTİKASININ ANA ODAĞINDAN ENFLASYONU ÇIKARDI

Küresel enflasyondaki yükselişin piyasalar üzerindeki etkileri merkez bankaları tarafından yakından takip edilmekle beraber TCMB para politikasının ana odağından enflasyonu çıkardı. TCMB aksini iddia etse de kararlarını, şeffaf, öngörülebilir ve veri odaklı bir çerçevede almıyor.

Enflasyon üzerindeki arz yönlü unsurların arızi olarak değerlendirilerek politika faizinde yapılan aşağı yönlü baskılama için yılsonuna kadar sınırlı bir alanın daha olduğunu belirtmesi, aksini iddia etse de TCMB’nın kararlarını şeffaf, öngörülebilir ve veri odaklı bir çerçevede almadığının delilidir.  TCMB’nin yıl sonuna kadar, faiz indirimi için sınırlı bir alanın daha kalmış olduğuna dair beklentisinin matematiksel olarak boşa çıkmış olduğu ortaya çıktı.

Enflasyon üzerindeki arz yönlü olumsuz unsurları arızi olarak değerlendirerek ve ayrıca TÜFE yerine çekirdek enflasyonu baz alarak politika faizinde yapılan aşağı yönlü baskılamasına ilaveten faiz indirimi için yılsonuna kadar sınırlı bir alanın daha kaldığını belirten Merkez Bankası için, 2021 Ekim ayı için açıklanan enflasyon verilerinden sonra bahsedilen sınırlı bir alanın kalmadığı ortaya çıktı. Nitekim en düşük C grubundaki özel kapsamlı TÜFE endeksine göre bile bir puana yakın bir negatif faiz söz konusudur.

TCMB’NİN EKİM ENFLASYON VERİLERİNDEN SONRA POLİTİKA FAİZİNİ ARTIRMASI GEREKİRDİ

Kararlarını şeffaf, öngörülebilir ve veri odaklı bir çerçevede alacağını söyleyen TCMB’nin, 2021 Ekim ayı için açıklanan enflasyon verilerinden sonra politika faizini artırması gerekirdi. Makro göstergeler arasında oluşan tutarsızlıkların TÜİK tarafından kamuoyuna açıklanması gerekir. Zira, çekirdek enflasyonunda meydana gelen artışın beklenenden ve hesaplanandan en az 1 puan daha düşük olmasını, otomobil sektöründeki fiyat artışlarının düşük hesaplanmasını ve ayrıca yüzde 36,20 oranındaki Yeniden Değerlere Oranı (YDO) ile yüzde 19,84 oranındaki TÜFE ve yüzde 46,31 oranındaki Üretici Fiyat Endeksi arasındaki ilişkisizliğin nedenlerinin kamuoyuna açıklanması gerekir.  Yeniden Değerle Oranı olarak açıklanan yüzde 36,20, 2022 yılının enflasyonunda yukarı yönlü itici unsur olacak.

Mevcut konjonktürde, ülkelerin rekabet gücünü koruma çabaları, küresel enflasyonu dengeleyici en önemli faktördür. Küresel enflasyonun yönünü, artan küresel para tabanı olumsuz etkilese de özellikle Çin ve Hindistan başta olmak üzere ekonomileri ihracata dayalı olan Uzak Doğu ülkeleri esaslı bir şekilde dengeleniyor.

Varlık balonları, ülkelerin artan borçları, ülkeler arasında artan eşitsizlik, iklim değişikli küresel ekonomiler için başlayan önemli risk başlıklarıdır. Kredibilitesi azaldığı için Merkez Bankası’nın yönlendirdiği enflasyon hedefine itibar eden herhangi bir ekonomik birim kalmadı. Türkiye ekonomisinde artık fiyatlama davranışları tamamen gerçekleşen enflasyona bakılarak oluşturuluyor.

MERKEZ BANKASI’NIN ŞU ANDAKİ PLANLADIĞI EKONOMİK BÜYÜME HİÇBİR ŞEKİLDE SAĞLANAMAYACAK

Düşen faizin canlandıracağı talebi, yükselen enflasyon anında bertaraf edeceği için, Merkez Bankası’nın şu andaki planladığı ekonomik büyüme hiçbir şekilde sağlanamayacak. Yüksek istihdam ve düşük faiz ortamlarının temel ön koşulu fiyat istikrarıdır. Ancak Merkez Bankası düşük faizi önceleyerek fiyat istikrarını ve dolayısıyla yüksek istihdamı imkânsız kılıyor.

İhracat kesiminin enflasyon kadar kur artışının sürüp gitmesine ilişkin talebine boyun eğer Merkez bankası, faize ilişkin paradigmasını değiştirmeden bu kısır döngüden sağ salim kurtulması artık imkansızlaştı.

Merkez Bankası’nın benimsediği ve ancak sebep-sonuç sıralaması yanlış kurgulandığı için gerçekleşmesi imkansız hale gelen ekonomik durak ve hedeflerin hiç birisi Merkez Bankası’nın kanunda tanımlanmış görevleri arasında değil.

MERKEZ BANKASI’NIN BÖYLE BİR PLANA İTİBAR ETMESİNİN GEÇERLİ VE MAKUL BİR SEBEBİ YOKTUR

Düşük faiz yoluyla değersizleştirilen TL ile rekabet avantajı sağlanıp ihracatın artırılması, artırılan ihracatla cari açığın düşürülüp bu yolla dövizin bollaştırılması, bollaşan dövizle kurun düşürülmesi, düşürülen kurla enflasyonun düşürülmesi” şeklinde sıralanan bir planlama, ekonomi literatüründe kabul görmediği bilinmekle birlikte T.C. Merkez Bankası’nın böyle bir plana itibar etmesinin geçerli ve makul bir sebebi yoktur.

Sebep-sonuç sıralamasında yanlış yerleştirilerek gerçekleştirilmesi imkansızlaştırılan bu durakların ve bu görevlerin hiç birisine Merkez Bankası Kanunu’nda da yer verilmemiştir.  Ortaya yasal olmayan bir politika çıkmış durumdadır.

TL’NİN DEĞER KAYBI HER ZAMAN REKABET AVANTAJI GETİRMEZ

TL’nin değer kaybetmesi her zaman rekabet avantajı getirmeyeceğinin en önemli kanıtı, dış ticaret hadlerinin 100’ün üzerinde iken 2021 yılında 80’lere düşmesidir. Yurtiçi milli gelirin oluşumuna yapışık olan ve son derece düşük esnekliği olan ara malı ithalatı yüksek veya düşük döviz kurundan etkilenmiyor. Türkiye’nin ihracatı da ara malı ithalatına endeksli olduğuna göre TL’nin değer kaybı her zaman rekabet avantajı getirmez.

Nitekim, TL’nin değer kaybetmesi her zaman rekabet avantajı getirmeyeceğinin en önemli kanıtı, dış ticaret hadlerinin 100’ün üzerinde iken 2021 yılında 80’lere düşmesidir.  Türkiye de ara malı ithalatının esnekliğinin düşük olması Marshall-Lerner koşulunun gerçekleşmesini zorlaştırmakta, değersizleşen TL’nin yaratacağı beklenen rekabet avantajı, uzun dönemde dahi Türkiye ekonomisini kalıcı bir cari fazla alanına ulaştırmaya yetmiyor

Küresel konjonktürün sıkılaşan koşulları umursanmadan, TL faiz oranlarında ters istikamette yapılan indirim ve seri bir şekilde indirime devam edeceğine ilişkin verilen açık mesaj, TL’nin direnç mekanizmalarını tamamen işlevsizleştiriyor.

MERKEZ BANKASI’NIN, KİTLESEL YOKSULLUĞU ARTIRAN BU POLİTİKA TERCİHİYLE NEYİ AMAÇLADIĞI BELLİ DEĞİL

TL’deki düşüşü sadece seyreden, sözel dahi olsa piyasalarla hiçbir iletişim muhabbeti kurma gereği dahi duymayan bir Merkez Bankası’nın, kitlesel yoksulluğu artıran bu politika tercihiyle neyi amaçladığı belli değil. İthalatın sıfıra yakın elastikiyet realitesine gözlerini kapatarak, düşük faiz yoluyla Türkiye ekonomisinin döviz kazancının artırılmasını hedeflemek, fiiliyatta kitlesel yoksulluğu artırmaktan başka bir sonuç üretmeyecek.

Cari açığın, azalan dış fonlamaya dayalı olarak şu andaki küçülmesini, artan döviz kazancı olarak yorumlamak en iyimser yorumla cehalet göstergesidir: Uzun vadeli fonlama Türkiye’nin yapısal risklerinden kaçındığı için, kısa vadeli fonlama ise Merkez Bankası’nın zayıflayan kurumsal bağımsızlığı ve bozulan kredibilitesinden kaynaklanan risklerden kaçındığı için Türkiye’ye gelmiyor.

İhracat gelirlerindeki artışların birincil pozitif etkileri direkt olarak firmalara, ithalat bedellerinin artmasının birincil negatif etkileri de direkt olarak toplum geneline yansıdığı için, ihracat artsa da enflasyonun artış süreci maalesef bundan sonra da devam edecek. Kaldı ki faiz indirimleri ihracatta beklenen artışı da sağlamayacak. Üstelik ihracat gelirlerinin artırılması Merkez Bankası’nın görevi de değildir. Merkez Bankası bir an önce kendi esas görevine dönmeli, üzerine vazife olmayan işlere kalkışmamalı ve tüm gücüyle toplumsal kaosa yol açan enflasyon riskinin azaltılmasına odaklanmalıdır.

Merkez Bankası, politika faizini fiilen artırmayıp, yapmayı planladığı faiz indirimini bu ay pas geçse bile TL’deki erime ve kaos ortamı aynı hızla devam edecek ve gelecek yıla ağır bir miras olarak devredilecektir. Nitekim Merkez Bankası’nın faiz indirimine devam edeceğine ilişkin ısrarcı niyeti orta yerde duruyor.

TCMB’NİN FAİZ İNDİRİMİNDE ISRAR ETMESİ İNTİHARDAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR

Döviz kurunun gecikmeli geçiş etkisini umursamayan TCMB, uygulayacağı politikaların öngörülebilirliği konusunda piyasaları tamamen sinyalsiz bırakmış, politika mekanizmalarının oluşum süreçlerini tamamen kişisel tercihlere terk etti. FED’ in daraltıcı para politikasına geçişinin döviz kurundaki ani dalgalanmaların fiyatlama davranışlarına yönelik yukarı yönlü riskine karşı TCMB’nin faiz indiriminde ısrar etmesi intihardan başka bir şey değildir.

Politika faizinin TÜFE endeksine göre pozitif alana taşınmaması halinde döviz kurlarında istikrar seviyesi oluşmayacak. Sessizlik dışında MB’nin herhangi bir iletişim politikası ve kurumsal yönetişim kapasitesi kalmadı.

Ucuzlayan Türkiye varlıkları, yoksullaşan Türkiye demektir. Türkiye’yi ısrarla bu kaosa sürükleyenler de dahil olmak üzere, hiçbir kimse bu faiz indiriminden hiçbir fayda sağlayamayacak. Dövize dayalı servet artışı sağlayanların karşı kefesinde yer alan ve yoksullukları daha da artan kesimler her halde buna seyirci kalmayacaklar. Sıfır kalanlı bu oyunda arkasında yoksulluk bırakan servet transferleri hiçbir ülkeye yarar sağlamaz, tam aksine genel seviyeyi daha da aşağılara düşürür.

Ödemeler sisteminde oluşacak risklerin, bankacılık ve reel kesimi zorlamaya başladığı ana kadar bu sıfır toplamlı karşılıksız servet transferi süreci belli ki devam ettirilecektir.

ENFLASYON DÜŞMEDEN POLİTİKA FAİZLERİNİN DÜŞÜRÜLMESİ KREDİ FAİZLERİNİN DÜŞMESİNE YOL AÇAMAZ

Son bir yılda 2020 Ekim ayından bu yana ABD enflasyonu yüzde 6.25, Türkiye enflasyonu ise yüzde 19,89 artış göstermiş. Yani enflasyon Türkiye 3,18 kat daha fazla artmış. Seviye eşitliği anlamında, aralarında benzerleştirilecek bir kıyaslama alanı bulunmadığı halde, sayıları ters ve yanlış çevirerek, enflasyonun ABD’de 7 kat Türkiye’de 2 kat artmış olduğunu iddia etmek, matematiksel cahillik değilse, kötüye gidişi mazur gösterme ve gizleme gayreti olduğunda hiçbir şüphe yoktur.

Enflasyon düşmeden politika faizlerinin düşürülmesi kredi faizlerinin düşmesine yol açamaz. Zira, kredi faizlerinin enflasyonun altında seyretmesi halinde ortaya çıkacak negatif farkı, özel sektör bankacılığının üstlenmesi veya kamu bankalarına bu görevin verilmesi mantık dahilinde değildir. TCMB’nin uyguladığı politika maalesef bu ekonomik ve matematiksel kurala uymuyor.

Orhan Ökmen

Sesmir Yönetim Kurulu Başkanı

okmen@turcomoney.com

 

 

 

Yorum yok

Yorum Yazın

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

*

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

İlgili Haberler

Site Haritası