– İsrail’in İran yönetimine, askeri gücüne ve nükleer tesislerine yönelik saldırıları, zaten istikrarsız olan küresel ekonomi için yeni ve önemli bir risk dalgası başlatarak küresel finans piyasaları olumsuz etkiledi, klasik güvenli liman arayışına yöneltti. ABD Hazine tahvili getirileri yükselirken menkul kıymetlerin fiyatları hızlıca düştü. İsrail’in hedefi İran’ın zayıflatılması, vekalet savaşlarını yürüten güçlerin yok edilmesi, nükleer girişimlerinin ortadan kaldırılması ve mevcut rejiminin değiştirilmesidir.
– İsrail bu stratejik amaçlarının bir kısmını mevcut durumda başardı, bir kısmı açısından da bayağı yol aldı. Örneğin İran zayıflatıldı, güçsüzleştirildi, nükleer emelleri törpülendi, birçok bölgeye dağılmış olan vekil güçlerinin tamamı nerdeyse hep birlikte yok edildi. Savaşın başlamasıyla birlikte ABD dolarına yönelimlerin ve dolar endeksinin artması, Doların klasik güvenli liman özelliğini devam ettirdiği veya bu özelliğinin bozulmamış olduğu bir kez daha anlaşıldı.
– Son gelişmelerle birlikte FED’in faiz indirim yönelimi ortadan kalktı. Aynı şekilde TCMB da faiz indirimini acilen gündeminden dışarı çıkarması gerekiyor. İran-İsrail savaşı Türkiye’nin Asya pazarları başta olmak üzere ticaret ve enerji koridorları açısından da hem fiziken hem de maliyet yönünden top yekûn risk unsurudur. Türkiye’nin İran’dan yıllık doğalgaz ithalatı yaklaşık 10 milyar metreküptür. Türkiye’nin toplam tüketiminin %15’idir. Savaş nedeniyle bu akış kesilirse, Türkiye ekonomisi büyük zarar görür.
-İsrail karşısında Mısır’ın ardından İran’ın Ortadoğu da gücünün zayıflatılması isteniyor. İsrail, Ortadoğu’da artık hegemonik ülke konumunda. İsrail’in karşısında ise sadece Türkiye kaldı. Türkiye bölgesel denge kuruculuğu pozisyonunda kalmak ve hegemonik konumunu yükselmek istiyor ise, kendi içerisindeki demokratik, eşitlikçi, anayasal bir toplumsal dayanışmayı ve kurumsal birlikteliği tesis ederek İsrail ile eş yönlü ve iş birliği içerinde çalışma yolunu tercih etmelidir.
İran İslam Cumhuriyeti çok uluslu, çok kimlikli, çok mezhepli karışık bir toplumsal dokuya sahiptir. Sünnî Beluçlar, Şii Azeriler ve Sünni Kürtler çoğunluk durumda olup, Araplar, Türkmenler, Ermeniler ve Bahailer da ayrıca bulunuyor. Ulus inşası Şiî-Fars merkezli bir asimilasyon stratejisiyle kurgulandı. Bu kurgunun temelinde azınlıklar üzerinde etnik ve mezhepsel olarak yürütülen sistematik baskılar bulunuyor. Bu baskılar nedeniyle, İran rejiminin meşruiyet zemini ve halk desteği uzun süreden bu yana zayıflamaya devam ediyor.
İran’daki işçiler ve sınıfsal tepkiler yönünden işçi grevleri yoluyla, ücret gaspına, güvencesizliğe ve sendikal baskılara karşı önemli tepiler içerisindedirler. İşçi hareketleri, rejimin baskıcı ideolojik aygıtları ve güvenlik politikaları nedeniyle şu anda bile dağınık, süreksiz ve merkezi bir organizasyona sahip değildir. Ancak rejimin hegemonik krizi bu açıdan giderek derinleşiyor. İran’da toplumsal cinsiyet tahakkümü yoluyla kadın hakları yok denecek düzeydedir. Ancak, İran’daki kadın hareketi, toplumsal cinsiyet tahakkümünü görünür kılmakta, rejimin ideolojik meşruiyetinin zeminini sorgulatıyor.
İRAN REJİMİNİN İDEOLOJİK TEKELİ SARSILIYOR
Kürtler, Beluçlar, Araplar gibi etnik azınlıkların talepleri, kültürel hakların yanında yoksulluk, bölgesel eşitsizlik ve siyasal dışlanma gibi yapısal sorunları içerinde barındırıyor. Bu alandaki protestolar ve hatta silahlı direnişler, rejimin Şiî-Fars tandanslı merkezi tahakküm mekanizmalarını zorlayıcı boyutlara ulaştı. İran kuşaklar arası ciddi bir farklılaşma ve kırılma içerisindedir. İran gençliği, rejimin ideolojik baskıcı mekanizmalarına rağmen seküler, bireyci ve eleştirel bir bilinçle şekillenmesi rejimin ideolojik tekelini sarsıyor.
Sonuçta, İşçi grevleri, kadın hareketleri, etnik direnişler ve gençliğin kültürel değişimi ve başkaldırısı, İran rejiminin hegemonik sürekliliğini ve toplumsal kabulünü sorgulatan, tahrip eden gelişmelerin önemlilerindendir.
İSTİKRARSIZ OLAN KÜRESEL EKONOMİ İÇİN YENİ BİR RİSK DALGASI
Böyle bir atmosfer içerinde, ABD’nin stratejik ve askeri desteğiyle, İsrail’in İran yönetimine, askeri gücüne ve nükleer tesislerine yönelik saldırıları, zaten istikrarsız olan küresel ekonomi için yeni ve önemli bir risk dalgası başlatarak küresel finans piyasaları, klasik güvenli liman, riskten kaçış hareketlerine yöneltti. ABD Hazine tahvili getirileri yükselirken menkul kıymetlerin fiyatları hızlıca düştü.
İsrail’in uzun vadeli stratejik hedefi İran’ın zayıflatılması, vekalet savaşlarını yürüten güçlerin yok edilmesi, nükleer girişimlerinin durdurulup ortadan kaldırılması ve mevcut rejiminin değiştirilmesidir. İsrail bu stratejik amaçlarının bir kısmını mevcut durumda başardı, bir kısmı açısından da bayağı yol aldı. Örneğin İran zayıflatıldı, güçsüzleştirildi, nükleer emelleri törpülendi, birçok bölgeye dağılmış olan vekil güçlerinin tamamı nerdeyse hep birlikte yok edildi.
Savaşın başlamasıyla birlikte ABD dolarına yönelimlerin ve dolar endeksinin artması, Doların klasik güvenli liman özelliğini devam ettirdiği veya bu özelliğinin bozulmamış olduğu bir kez daha anlaşıldı. Eğer İsrail saldırılıları birkaç gün daha devam ederse, Orta Doğu’dan Asya, Avrupa, Kuzey Amerika ve ötesine petrol ikmali yapılan İran Hürmüz Boğazı’nı İran kapatacaktır. Yemen’deki İran taraftarı Husiler Kızıldeniz’deki gemilere saldırma çabalarını artıracaktır. Bu her iki gelişme petrol krizini ve enerji fiyatlarını daha da yukarılara çekecektir.
FED’İN FAİZ İNDİRİM YÖNTEMİ ORTADAN KALKTI
Trump’ın gümrük vergilerinin yanından artan petrol fiyatları yeniden enflasyon problemini Dünya genelinde canlandıracaktır. Bu noktada FED’in faiz indirim yönelimi ortadan kalktı. Aynı şekilde TCMB ‘da faiz indirimini acilen gündeminden dışarı çıkarması gerekiyor. İran İsrail savaşı Türkiye’nin Asya pazarları başta olmak üzere ticaret ve enerji koridorları açısından da hem fiziken hem de maliyet yönünden top yekûn risk unsurudur.
Türkiye’nin İran’dan yıllık doğalgaz ithalatı yaklaşık 10 milyar metreküptür. Türkiye’nin toplam tüketiminin %15’idir. Eğer savaş nedeniyle bu akış kesilirse, Türkiye ekonomisine ve toplumsal yaşayışa etkisi çok tahripkâr olur.
İNSANLIK DRAMI YAŞANIYOR
ABD Natanz, Fordow başta olmak üzere İran’ın yeraltı nükleer tesislerine yönelik saldırı sonucunda bunların tahrip edilmesi, Ortadoğu ve çevresinde olağanüstü bir tehlike yaratır. Radyoaktif serpintileri sınırlar ötesine taşıyabilir. Rüzgarların yönüne göre birkaç saat içinde Van, Iğdır, Ağrı, Hakkâri başta olmak üzere civar iller ve daha uzaklara taşıyabilir. Bu gerçek anlamda bir çevresel, tarımsal ve insanlık dramı yaratabilecektir. Ancak, Türkiye’de sivil savunmaya yönelik önleyici/giderici/erken uyarıcı tedbirler, gerekli hazırlıklar bir kenara, bu konuda farkındalık bile söz konusu değildir. Şu anda geçerli olan böylesine bir risk için gösterilecek refleks için maalesef çok geç kalındı. Tüm bu risklere rağmen ABD İran’ın Fordo, Natanz ve İsfahan’daki nükleer tesislerini “sığınak katili” olarak bilinen B-2 hayalet bombardıman uçaklarıyla vurdu. Sonuçta ABD ilk defa savaşa görünür bir şekilde ve fiilen dahil oldu. Bu saldırılarla, İran’ın yer altı tünellerinin girişlerinin etkilendiğini tesislerin top yekûn etkilenmediği ve şu ana kadar herhangi bir radyasyon sızıntısının ortaya çıkmadığı ifade ediliyor.
Bu aşamada, bölge ve dünya oldukça tehlikeli bir dönemece girmiş oldu. Çatışmaları durdurmak ve İran’ın nükleer programı konusunda ciddi, sürdürülebilir müzakerelere dönmek için etkili girişimler hala ortaya çıkmadı.
İRAN’IN ORTADOĞU’DA ZAYIFLATILMASI VE TÜRKİYE’NİN ÇIKARLARI
Savaşın devam etmesi halinde yeni küresel arz kesintileri ortaya çıkabilecek, küresel büyüme için olumsuz bir ortam biraz daha bozulacak, para politikaları tekrar sıkılaşacaktır.
ABD saldırısı sonrasında, İran Meclisi dünya petrolünün yüzde 20’sinin geçtiği Hürmüz Boğazı’nın kapatılmasını oybirliği ile onayladı. Ancak son karar elbette dini lider Hamaney verecektir.
İsrail karşısında Mısır’ın ardından İran’ın Ortadoğu da gücünün zayıflatılması Türkiye’nin çıkarları açısından temelde isteniyor. Bu uygun bir durumdur. Mevcut durumda İsrail, Ortadoğu’da artık hegemonik ülke konumuna yükseldi. İsrail’in karşısında ise sadece Türkiye kaldı. Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin bundan sonraki şekli ve yönü oldukça önemli olacaktır. Çatışma mı? Birlikte çalışma mı? Türkiye bölgesel denge kuruculuğu pozisyonunda kalmak ve hegemonik konumunu yükselmek istiyor ise, kendi içerisindeki demokratik, eşitlikçi, anayasal bir toplumsal dayanışmayı ve kurumsal birlikteliği tesis ederek İsrail ile eş yönlü ve iş birliği içerinde çalışma yolunu tercih etmelidir. Güç ve görev paylaşımında, nüfuz alanının genişletilmesinde devlet aklı duygusallıkla karar veremez.
Orhan Ökmen
Sesmir Yönetim Kurulu Başkanı
okmen@turcomoney.com
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsim *
Email *
Bir dahaki sefere yorum yaptığımda kullanılmak üzere adımı, e-posta adresimi ve web site adresimi bu tarayıcıya kaydet.
Δ
This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.