Son Haberler

Çoğalmak, azalmak, değişmek ve dönüşmek …

İnsan ancak deneyimledikleri dolayısıyla bilebilir. Bu noktadan sonra iki düşünür arasında farklılaşma da olmuştur. Kant, özellikle bilgimizin sınırlı oluşuna odaklanmış ve insan düşüncesinin bu bağlamda nasıl işlediğine yönelmiştir. Onun “Saf Aklın Eleştirisi ve Pratik Aklın Eleştirisi” kitapları teorik ve pratik aklın nasıl oluştuğuna dair milat niteliğinde eserlerdir. Hume ise, biraz daha farklı bir rota izlerken tümevarım sorununa işaret etmiştir.

Düşüncemizin hazırlıksız olduğu söz konusu durumlarda, insan olarak çoğunlukla akılsal yöntemin eksiklerini kapatmaya çalışmak yerine, sübjektif özelliklerimize yöneliriz. Burada karşımıza çıkanlar ise, korkular, duygular, tutkular veya genellikle yanılsamalar halindeki kanaatler olur. Dönüşmek bir olasılık olarak kendini bize gösterdiğinde ne yapacağımızı bilemiyoruz. Buradaki belirsizlik tabiri caizse bizi çıldırtıyor, daha doğrusu akıldan uzaklaştırıyor.

Bilginin kaynağı nerededir? Özellikle Immanuel Kant ve David Hume açısından bu kaynak deneyimdir. Başka deyişle, insan ancak deneyimledikleri dolayısıyla bilebilir. Bu noktadan sonra iki düşünür arasında farklılaşma da olmuştur. Kant, özellikle bilgimizin sınırlı oluşuna odaklanmış ve insan düşüncesinin bu bağlamda nasıl işlediğine yönelmiştir. Onun “Saf Aklın Eleştirisi ve Pratik Aklın Eleştirisi” kitapları teorik ve pratik aklın nasıl oluştuğuna dair milat niteliğinde eserlerdir. Hume ise, biraz daha farklı bir rota izlerken tümevarım sorununa işaret etmiştir. Her şeyin bir nedensellik içerisinde olduğuna dair görüşün esasen bir yanılsama olduğunu iddia etmiş, nihai bilgiye dair farklı bir vizyon ortaya koymuştur. O halde şeylerin neliğine ve belki de daha önemlisi değişime dair sorunsal önümüzde duruyor. Şeyleri nasıl bilebiliriz? Dahası şeylerde ortaya çıkan değişimi nasıl kavrayabiliriz? Bu noktada, modern dönemde, mekanik evren görüşü ve bilimin matematikten olabildiğince faydalanması anlayışı çerçevesinde ölçüm yapmak ön plana çıktı. Başka deyişle, bilim ölçebildiğini kavrıyor ve ölçümler aracılığıyla görüşlerini ortaya koyuyor. Şeylerin mahiyetlerini kavramak amacı bu bağlamda ölçüm yapabilmek haline evrildi.

MODERN BİLİM ÖLÇEN, HESAPLAYAN VE SONUÇLARA ODAKLANAN TEKNOLOJİK PARADİGMAYA KAPILDI

Ölçüm yapılmak istendiğinde, öncelikle ölçümün konusu aksiyomatik olarak belirlenmiştir. Esas odaklanılan ise ölçüm ve onun sonuçlarıdır. Burada teknik bir boyut çıkar karşımıza. Bu bağlamda, vurgulamak gerekir ki kullanılan temel yöntem de araçsal akıldır. Söz konusu araçsal akıl şeylerin neliğinden ziyade, işleyişlerine ve sonuçlarına odaklanıyor. Tüm bu tartışmalar kapsamında modern bilimin ölçen, hesaplayan ve sonuçlara odaklanan bir tür teknolojik paradigmaya kapıldığı iddia edilebilir.

Ölçmeye çalıştığınızda, tabii ki yönteminizin başarı derecesine de bağlı olarak, ölçtüğünüz şeyde çoğalma veya azalmalarla karşılaşırsınız. Burada daha önemli olan, bu çoğalma-azalma olgusunun sonuçlarıdır. Örneğin ekonomideki fiyatlar genel seviyesindeki gelişmeleri inceler ve artış-azalışları ölçecek teknikler geliştirirsiniz. Bu noktadan itibaren, karşımıza çıkan ölçüm sonucunun sonuçları tartışılmaya başlanır. Enflasyonun artmakta olması ve yarattığı sonuçların analizinde olduğu gibi.

İKNA OLMAK VEYA BİR KANAATE VARMAK YETERLİ Mİ?

Ölçüm mantığının karşılaştığı bir diğer husus ise değişimdir. Ölçüm sonuçlarımızın tamamı bir değişim midir? Yoksa her tür azalma veya çoğalma, değişim olarak nitelenemez mi? Burada da ister istemez aksiyomatik davranmak zorunda kalınır. Örneğin belirlenmiş eşik değerlerin aşılması değişim olarak nitelendirilebilir. Enflasyonun yüzde 2 düzeyini aşması, hemen bir fiyat istikrarsızlığı olarak değerlendirilmeyebilir. Daha ciddi bir çoğalma veya daha uzun bir süre geçmesi beklenebilir. Ancak, şu soru tam olarak cevaplanmış mıdır? Bizi ikna edecek azalma ve çoğalmalar nelerdir? Farklı bir biçimde ifade etmek gerekirse, ikna olmak veya bir kanaate varmak yeterli midir? Ne zaman değişimden bahsedeceğiz veya değişimi nasıl kavrayacağız? Aksiyomatik ölçüm metotlarımız bunlar üzerinde durmuş mudur?

DÖNÜŞÜM KARŞISINDA DÜŞÜNCEMİZ VE YÖNTEMLERİMİZ OLDUKÇA HAZIRLIKSIZ                                      

Ölçme amaçlı aksiyomatik bilim anlayışımızın bir sonraki aşamadaki zorlu sınavı ise dönüşümdür. Azalma, çoğalma ve değişim nasıl yorumlanacak hususlarında zorlanan yöntemimiz dönüşüm karşısında daha da zor duruma düşecektir. Çünkü dönüşüm, inceleme konumuzun özünün farklılaşmasıdır. Kafka’nın eserinde işaret ettiği gibi, Gregor Samsa’nın böcek olarak uyanmasıdır. Ölçerek, hesaplayarak, modelleyerek gerçekliği avucunun içine aldığını düşünen insan, gerçeklikte bu boyutta bir farklılaşma olmasını nasıl kavrayacaktır? Başlangıçta benimsenen aksiyom söz konusu dönüşümü hesaba katmış mıdır? Modern düşünme tarzımızın buna pek de hazır olmadığı açıkça ortadadır. Bu satırları yazarken dahi, dönüşüm ile ilgili sorularda “boyut” ve “hesaba katma” ifadelerine başvurduğumu görüyorsunuz. Dolayısıyla, dönüşüm karşısında düşüncemizin ve yöntemlerimizin oldukça hazırlıksız olduğunu kabul etmek yerinde olacaktır.

YAPAY ZEKA, GELECEKTEKİ İNSAN YAŞAMINI RADİKAL BİÇİMDE DÖNÜŞTÜREBİLİR

Düşüncemizin hazırlıksız olduğu söz konusu durumlarda, insan olarak çoğunlukla akılsal yöntemin eksiklerini kapatmaya çalışmak yerine, sübjektif özelliklerimize yöneliriz. Burada karşımıza çıkanlar ise, korkular, duygular, tutkular veya genellikle yanılsamalar halindeki kanaatler olur. Dönüşmek bir olasılık olarak kendini bize gösterdiğinde ne yapacağımızı bilemiyoruz. Buradaki belirsizlik tabiri caizse bizi çıldırtıyor, daha doğrusu akıldan uzaklaştırıyor. Örnek vermek gerekirse, yapay zekâ tartışmalarına bakabiliriz. Yapay zekâ, gelecekteki insan yaşamını radikal biçimde dönüştürebilir. Konforumuzdaki çoğalma, iş imkanlarındaki azalma, üretim biçimlerindeki değişim gibi olasılıkların çok ötesinde bir farklılaşma oluşabilir yapay zekâ kullanımıyla. O nedenle dönüşüm demek yerinde olacaktır. Ancak, halihazırdaki yapay zekâ tartışmalarına bakın! Bir tarafta abartılı iyimserlikler, diğer tarafta insanlığın dahi yok olacağına dair bir karamsarlık. Kısacası duygular, korkular veya yanılsamalar devrededir. Yazının başında işaret etmiştim, Kant ve Hume çok önceden bunları dile getirmişti. Cevabı Hegel’de bulabiliriz, ama o da başka bir yazının konusu olsun.

Doç. Dr. Ertuğrul Kızılkaya

İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi

kizilkaya@turcomoney.com

 

Yorum yok

Yorum Yazın

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

*

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

İlgili Haberler

Site Haritası