– 2025 yılı itibarıyla, beklenen büyümenin %3,5, yıllık enflasyonun da %40 civarında oluşacağı hesaplanıyor. Beklenen bu büyüme oranı, Türkiye ekonomisi ve ihtiyaçları açısından sürdürülebilir kalkınmayı desteklemek için yetersiz bir seviyeyi temsil ediyor. Özellikle gelişmekte olan Türkiye ekonomisinin, gelişmiş ekonomilere yetişme sürecinde ivme kaybettiğini gösteriyor. Bu sonuçlarla birlikte, ithalat bağımlılığı ve internet yoluyla yapılan ihracatın zayıflığı nedenleriyle cari açık, yeniden genişlemeye başladı.
– 2010-2017 yılları arasında GSYİH büyümesi, kredi destekli tüketim, ucuz dış borçlanma ve kamu yatırım harcamalarının etkisiyle yıllık ortalama %5,9’un üzerinde gerçekleşti. Ancak 2018’den sonra, büyümedeki istikrarsızlık ve oynaklık arttı, enflasyon çift hanelere yükseldi, yıllık büyüme 2018’den 2024’e kadar ortalama %2,8 gibi oldukça düşük seviyelerde gerçekleşti. Üstelik büyüme hiçbir şekilde istihdama yaramadı. İşsizlik, büyüme yıllarında bile yapısal olarak aşırı düzeyde seyretti.
– Faiz politikası konusunda, dini yaklaşımlar temelinde son 20 yılda şekillenen siyasi müdahale ve yaklaşımlar, Merkez Bankası’nın (TCMB) güvenilirliğini ve etkinliğini zedeledi. Bu durum, enflasyon beklentilerinin kalıcı bir şekilde istikrarsızlaşmasına yol açtı. Merkez Bankası’nın faiz indirim kararı, döviz talebini artırıp bozuk fiyat istikrarını biraz daha bozacaktır. Enflasyonla mücadele için maliye politikası ve reformlarla desteklenmesi şartıyla faiz oranlarını bugünden sonra da uzunca bir süre daha yüksek tutmak gerekiyor.
– Düşük rezerv tamponları, dış finansman ihtiyaçları ve zayıf küresel yatırımcı güveni nedenleriyle Türk lirası, sıkı para politikası altında bile değer kaybetmeye devam ediyor. Döviz kuru istikrarsızlığı, sermaye girişlerinin yetersizliği, kurumsal güvenin tesisini zorlaştırıyor, bu nedenle Türk lirası değersizleşiyor. Özel sektör güveni çöktü; yatırımlar düşük seyrediyor, dolarizasyon tarihi zirvelere yakın. istatistiklerin siyasallaştırılması ve kısa vadeli taraftar teşvikleri kurumsal erozyonu, üretkenliği, inovasyonu ve insan sermayesindeki kalitesizliği artırıyor.
Türkiye’nin ekonomik programlarının temelinde sürekli olarak politika yapıcı siyasilerin büyüme ısrarları veya baskıları bulunduğu için, ekonomi, sık sık iç tüketim, kredi genişlemesi ve artan kamu finansmanı yollarıyla ekonomi hızlıca büyütülmeye çalışıyor. Ancak bu şekildeki büyüme çabaları tam da söz konusu bu yapay gerekçelerle sürekli olarak yüksek enflasyon, döviz kuru istikrarsızlığı ve dış dengesizliklerle sonuçlanıyor.
2025 yılı itibarıyla, beklenen büyümenin %3,5, yıllık enflasyonun da %40 civarında oluşacağı hesaplanıyor. Beklenen bu büyüme oranı, Türkiye ekonomisi ve ihtiyaçları açısından sürdürülebilir kalkınmayı desteklemek için yetersiz bir seviyeyi temsil ediyor. Özellikle gelişmekte olan Türkiye ekonomisinin, gelişmiş ekonomilere yetişme sürecinde ivme kaybettiğini gösteriyor. Bu sonuçlarla birlikte, ithalat bağımlılığı ve internet yoluyla yapılan ihracatın zayıflığı nedenleriyle cari açık, yeniden genişlemeye başladı. Sonuçta talep yönlü dengesizlik hali, 2025 yılı ve sonrasında da yine devam edecektir. Zira iç talebin, finansal sistemin taşıyabileceği üretim potansiyelinden daha hızlı ve aşırı bir şekilde ısınması kesintisiz devam ediyor.
EKONOMİK BÜYÜMEDE İSTİSTARSIZLIK VE OYNAKLIK ARTTI, ENFLASYON ÇİFT HANELERE YÜKSELDİ
2010-2017 yılları arasında GSYİH büyümesi, kredi destekli tüketim, ucuz dış borçlanma ve kamu yatırım harcamalarının etkisiyle yıllık ortalama %5,9’un üzerinde gerçekleşti. Ancak 2018’den sonra, büyümedeki istikrarsızlık ve oynaklık arttı, enflasyon çift hanelere yükseldi, yıllık büyüme 2018’den 2024’e kadar ortalama %2,8 gibi oldukça düşük seviyelerde gerçekleşti. Üstelik büyüme hiçbir şekilde istihdama yaramadı. İşsizlik, büyüme yıllarında bile yapısal olarak aşırı düzeyde seyretti. Resmi işsizliğin oranı şu anda ufak bir oranda düşmesine rağmen 2025 yılı başlarında %9,2 civarında seyrederken, genç işsizliği %20’yi aşıyor ve kadınların işgücüne katılımı durgun seyrediyor.
MERKEZ BANKASI’NIN GÜVENİLİRLİĞİ VE ETKİNLİĞİ ZEDELENDİ
Faiz politikası konusunda, dini yaklaşımlar temelinde son 20 yılda şekillenen siyasi müdahale ve yaklaşımlar, Merkez Bankası’nın (TCMB) güvenilirliğini ve etkinliğini uzun süreli zedeleyerek enflasyon beklentilerinin kalıcı bir şekilde istikrarsızlaşmasına yol açtı. Her ne kadar TCMB ’nın şu andaki yönetimi döneminde ortodoks parasal sıkılaştırmaya geri dönmüş olsa da, güven açığı hala oldukça yüksek düzeydedir. Üstelik faiz indirim politikalarının başladığı bu konjonktürde bu güven açığının tekrar alevlenmesi olasılık dahilindedir. Mevcut konjonktürde Türk lirası sıkı para politikası altında bile değer kaybetmeye devam ettiğine göre, faiz indirimi sonrasında ortaya çıkacak gevşek para politikasında değer kayıplarının daha da artma olasılığı oldukça yüksektir. Tüm bu açılardan Merkez Bankası’nın şu andaki faiz indirim kararı her hâlükârda acelecilik olacaktır. Acele alınacak faiz indirim kararı öncelikle döviz talebini artırıp bozuk fiyat istikrarını biraz daha bozacaktır. Enflasyonla mücadele için maliye politikası ve reformlarla desteklenmesi şartıyla faiz oranlarını bugünden sonra da uzunca bir süre daha yüksek tutmak gerekiyor.
GÜVENİLİR BİR ORTA VADELİ MALİ PLAN, UZUN VADELİ MAKROEKONOMİK İSTİKRAR İÇİN ŞART
Enflasyonla mücadele için maliye politikası ve reformlarla desteklenmesi şartıyla faiz oranlarını bugünden sonra da uzunca bir süre yüksek tutmak gerekiyor. Türkiye’de enflasyonla mücadele zayıflığının temel nedeni maliye politikası ile para politikasının eş güdüm eğilimindeki isteksizliktir. Sübvansiyonlar ve devlet garantileri, deprem sonrası yeniden yapılanma harcamaları ve faiz oranlarının yükselmesiyle artan borç ödeme maliyetleri, Türkiye’nin bütçe açıklarını artırıyor ve faiz politikalarının etkisizleştiriyor.
Anlamlı bir ESG hedefleriyle bütünleşik mali-yönetimsel-hukuksal zincir içerisinde geniş yelpazeli reformlar olmaz ise TCMB’nin başarılı bir dezenflasyon programının bile kırılgan olacağı kesindir. Disipline edilmiş kurallara dayalı bir bütçe yasası ve daha iyi harcama hedeflemesi de dahil olmak üzere güvenilir bir orta vadeli mali plan, uzun vadeli makroekonomik istikrar için şarttır.
Türkiye’deki makroekonomik istikrarsızlık, iklime bağlı afetler, ticaret politikalarındaki belirsizlikler ve yatırım yetersizlikleri, uzun vadeli ekonomik kalkınmanın önündeki en büyük engeller olarak öne çıkmış durumdadır. İklime bağlı afetler, gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de her yıl ortalama olarak GSYİH’nin ortalama %2’sine denk gelen kayıplara yol açıyor. Bu durum, ekonomik istikrarı tehdit ederken sosyal politikaların sürdürülebilirliğini de zora sokuyor. Yeşil finansman araçları, sürdürülebilir enerji yatırımları ve karbon ayak izini azaltan politikalar öncelikli hale getirilmediği için iklim değişikliğine karşı ekonomi direnç kazanamıyor, tam tersi kaybediyor.
TÜRK LİRASI, SIKI PARA POLİTİKASI ALTINDA BİLE DEĞER KAYBETMEYE DEVAM EDİYOR
Düşük rezerv tamponları, dış finansman ihtiyaçları ve zayıf küresel yatırımcı güveni nedenleriyle Türk lirası, sıkı para politikası altında bile değer kaybetmeye devam ediyor. Mevcut koşullar altında Türk lirası, beklentiler açısından ekonomik olduğu kadar siyasi bir göstergedir aynı zamanda. Döviz kuru istikrarsızlığı, sermaye girişlerinin yetersizliği kurumsal güvenin tesisini zorlaştırıyor ve bu yüzden Türk lirası değersizleşiyor.
Türkiye’nin ekonomik olarak karşı karşıya kaldığı zorlukları teknik olmanın yanında aynı zamanda kurumsal, yapısal ve güvensizlik gerekçelerine dayanıyor. Bütçe açığı, 2013 yılında GSYİH’nin %2’sinin altında olan bütçe açığı, kontrolsüz harcamalar, bilanço dışı yükümlülükler ve dövize endeksli devlet garantileri nedeniyle son zamanlarda anda %6,4’ü aşarak %7’lere ulaşması endişesi yaşanıyor. Kamu borcunun GSYİH’ye oranı, %38-40 gibi göreceli olarak ılımlı bir seviyede seyrederken, yüksek reel faiz maliyetleri altında hızlıca yükseliyor.
ÖZEL SEKTÖR GÜVENİ ÇÖKTÜ; YATIRIMLAR DÜŞÜK SEYREDİYOR VE DOLARİZASYON TARİHİ ZİRVELERE YAKIN
Cari açık, COVID dönemindeki kısa süreli fazlanın ardından yeniden açıldı. Şu anda GSYİH’nin %-5’ine kadar tırmanacağı tahmin ediliyor ve Türkiye, ihracat artışındaki aktivitesi yüksek maliyetli girdi ithalatı tarafından başarısızlığa uğratılıyor.
Özel sektör güveni çöktü; yatırımlar düşük seyrediyor ve dolarizasyon tarihi zirvelere yakın. 2018’den bu yana politika güvenilirliğinin aşınması (örneğin, zorunlu faiz indirimleri, şeffaf olmayan müdahaleler), politika tekrar geleneksel hale gelse bile enflasyon beklentilerini TCMB eylemlerine dirençli hale getirdi.
Türkiye’de bilimsel, geleneksel ve hukuksal kuralların çerçevesi dışında oluşturulan politika yapımı, istatistiklerin siyasallaştırılması ve kısa vadeli taraftar teşvikleri kurumsal erozyonu, üretkenliği, inovasyonu ve insan sermayesindeki kalitesizliği artırıyor.
Orhan Ökmen
Sesmir Yönetim Kurulu Başkanı
okmen@turcomoney.com
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsim *
Email *
Bir dahaki sefere yorum yaptığımda kullanılmak üzere adımı, e-posta adresimi ve web site adresimi bu tarayıcıya kaydet.
Δ
This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.