Son Haberler

Küresel ekonomilerden kopartılan Türkiye ekonomisinin çaresizliği

-Gıda fiyatları ahminlerini yukarı revize eden Merkez Bankası, bu tespitine uygun olarak faiz oranını artırması gerekirken sabit bırakması kendi içinde tutarsızlıktır. Küresel barış ortamının yeniden tesis edilmesi ve baz etkilerinin de ortadan kalkmasıyla enflasyonun kademeli olarak azalacağı hayat pahalılığıyla mücadele etmek anlamına gelmiyor ve enflasyonu düşürmeye odaklı plan ve programların olmadığını gösteriyor.

-Dolayısıyla küresel resesyon olasılığı realize olsa bile enerji fiyatlarında artışların devam etmesi yüksek olasılıklı global bir risktir. Petrol başta olmak üzere enerji fiyatlarının yaratacağı dışsal şoklara karşı Türkiye ekonomisinin koruyucu mekanizmaları kalmadı. İlave reel satın alma gücü yaratmayan, işsizliği azaltmayan bir büyüme, gelir dağılımını daha da bozar.

-Kur artışına karşı, İslami motiflere benzetilmeye çalışılarak GES olarak devreye alınan önlem, birebir faiz alerjisinin yansımasıdır. Yurtdışı yerleşiklere tahsisli swap imkanının getirilmesi, 2018 yılından bu yana yapılanların yanlış olduğunun itirafıdır.  Swap imkanlarının kullanılarak yerel paraya ulaşımın küresel yatırımcılara yasaklanmasının yanlışlığı artık anlaşılmış olmalıdır.

 -DHMİ ve KEGM ’in yaklaşık 900 Milyon TL ’lık beklenen sembolik gelirleri güvence gösterilerek, Türkiye genelinde milyarları bulan yüksek miktarlı GES ihracının planlanması finans matematiği açısından tutarsızlıktır. Zira, her iki KİT’in toplam geliri planlanan GES ihracının yanında bir hiç kalıyor.  Dolayısıyla, karşılığı belirlenmeyen bir ihraç söz konusu olacaktır.

-Doğru kurgulanan bir para ve maliye politikası olmayınca, makro ihtiyati önlemler hiçbir zaman uzun vadeli çözüm aracı olma özelliği kazanamazlar.  Yüksek enflasyonun gelirlerde yarattığı erozyon, talep genel seviyesinin düşmesine, taleplerin öne çekilmesinin zorlaşmasına ve ekonomik büyümenin aşağı yönlü baskılanmasına neden olmaya başladı.  

-FED’ in faiz artırım kararı, ülkelere ilave  borç yükleri yaratacaktır. FED ’in faiz artırımı; küresel ekonomilerde resesyon, stagflasyon ve genel maliyet artışı risklerini biraz daha canlandırdı, gelişmekte olan ülkelerin pozisyonlarını ve ekonomik göstergelerini daha fazla zora soktu ve borç yüklerinin artışına sebep oldu. Türkiye’nin bu artışlara eşlik etmemesi risklerin tahribatını daha da artıracak. 

-75 bps faiz artırımı ve bunun devam edeceğinin belirtilmesi, birçok ülke açısından IMF gibi kuruluşların kapısının çalınmasını olağan hale getirecektir.  Euro/Dolar endeksindeki gerileme Türkiye ekonomisinin rekabet gücünü ve gelir seviyesini ciddi olarak törpüleyecektir. Zayıflayan TL, Türkiye’nin dış borç ödeme ve dövizli yükümlülüklerini karşılama kapasitelerini azaltmakta ve yok ediyor. 

-Tahrip edilmiş olan adil fiyat ölçme işlevi Türk Lirasına geri kazandırılmaz ise ülkenin makro göstergelerinin hiç birisinde düzelme hali oluşamaz. Bunun için, bugüne kadar değer kaybına sebep olan yanlış uygulamaların hepsinin bir an önce durdurulması gerekir. Tasarruf isteğinin ve cazibesinin artırılıp, cari açığın azaltılması için TL’nin değer kaybının önüne geçilmesi gerekir. Ekonomide öncelik hızlıca Türk Lirasına değer kazandınmaktır.

-Türk Lirasında olması gereken yüzde 45 civarındaki bir geri değerlenme hali, en başta enflasyon ve hayat pahalılığı problemini, geniş yığınların erozyona uğramış satın alma güçlerini, düşen kişisel gelir miktarlarını, ülke notlarını, toplumsal stresi ve kutuplaşmayı hızlıca düzeltecektir. Bu yıkıcı enflasyon ve hayat pahalılığının en önemli müsebbibinin düşük faiz politikası olduğu gerçeğini Merkez Bankası’nın artık görmüş olması gerekir.

-Merkez Bankası, KKM yoluyla TL’den kaçışı dövize endeksli ürünlere yönelişi hep canlı tutuyor. Elindeki müdahale araçlarını kullanmaya çekinen Merkez Bankası, küresel barış ortamının sağlanmasına ve 2022 yılının sonuna doğru oluşacak baz etkisine dayanarak faiz oranlarını artırmıyor, enflasyonun kendiliğinden düşeceği beklentisini yayıyor ve bu yolla sorumluluk üstlenmekten kaçınıyor. 

-Merkez Bankası’nın, faizi sabit tutarak küresel ekonomilerle faiz farkını daha da büyütmeye devam etmesi, Türkiye’nin dış kırılganlığını olağanüstü artırıyor.   Düşük faiz politikası, dolaylı ve direkt olarak finansal, parasal ve dışsal istikrarsızlığın artmasına, Türkiye ekonomisinin esnekliğinin bozulup döviz yaratma kapasitesinin azalmasına yol açıyor.

Kaotik döviz kuru artışlarına, yığınsal yoksulluğa ve gelir dağılımında dayanılmaz adaletsizliklerin artışına neden olan negatif reel faiz politikasında israr etmek için, bilimin kabul etmediği hürafelere dayalı asılsız gerekçelerle Merkez Bankası’nın elini kolunu bağlamak, güçlü ve istikrarlı Türk Lirası ve kalıcı fiyat istikrarı hedefleri ile tamamen çelişkilidir.

Liralaşma kapsamında piyasa ödemelerinin Türk lirası ile yapılmasını önemsediğini açıklayan Merkez Bankası, esasında piyasalarda geçerli olan alternatif fonlama kaynaklarının önemli bir kısmını yok ediyor. Örneğin, müşteri veya tedarikçi fonlaması hemen hemen ortadan kalktı.

Bütün ekonomik birimlerin her türlü kararlarında lira dışında hiçbir para birimine gerek duymadan Türk lirası ile tasarruf yapabildikleri, tüm finansal kararlarını Türk lirası ile alabildikleri bir finansal mimariyi kurgulamak istediğini açıklayan Merkez Bankası, bu yüksek miktarlı negatif reel faiz kararıyla tasarruf yapma eğiliminin cazibesini ve anlamını yok ediyor.

Merkez Bankası tarafından, liralaşma stratejisinin önemli bir bileşeni olarak ilan edilen uygun maliyetli kredi yapılanmasıyla fiyat istikrarını desteklemek adına negatif reel faiz politikasının sürdürülmesi fiyat istikrarını bizzat bozuyor. Bu kadar yüksek negatif reel faiz ortamında, enflasyonun altına bırakılan TL kredi faizleri üzerinden kullandırılan kredilerin Merkez bankası tarafından uygun maliyetli Türk lirası kredisi” olarak tanımlanması, bu haliyle tabana yayılmasına çalışılmasının rasyonalitesi ve ekonomi biliminde yeri yoktur.

İDDİA EDİLDİĞİ GİBİ TL MEVDUAT TERCİHİNİN GÜÇLENDİRİLMESİ DEĞİL, DÖVİZE ENDEKSLİ TERCİHİNİN GÜÇLENDİRİLMESİDİR

Dövize endeksli tercihin güçlendirilme çabaları, söylenenin aksine para ikamesinin bizzat desteklenmesi demektir. 2021 yılı Aralık ayından itibaren yabancı para ve altın mevduatların TL’ye dönüşümünü desteklemek, iddia edildiği gibi TL mevduat tercihinin güçlendirilmesi değil, tam doğrusu dövize endeksli tercihinin güçlendirilmesidir.

Dövize endeksli tercihin güçlendirilme çabaları ise para ikamesinin bizzat desteklenmesi demektir. Mevcut faiz ve para politikası, Türkiye ekonomisinde devam eden para ikamesi eğilimlerinin temel faktördür.

Bozulan bu küresel ortamda, Merkez Bankası tarafından Türkiye ekonomisinin küresel ticaretteki konumunun güçleneceğinin ve büyümede yatırım ve net ihracatın katkısının artacağının beklenmesi gerçekçi değildir. Jeopolitik risklerin oluşturduğu arz kısıtlarının devam etmesi, artan belirsizlikle küresel enflasyonun yakın tarihin en yüksek seviyesini aşması, küresel büyüme beklentilerinin hızlıca bozulması yönündeki bizzat Merkez Bankası tarafından yapılan tespitlere rağmen, bu aşamada yine Merkez Bankası tarafından Türkiye ekonomisinin küresel ticaretteki konumunun güçleneceğini ve büyümede yatırım ve net ihracatın katkısının artacağını beklemek mantık dahilinde değildir.

Merkez Bankası, politika faiz oranını artırması gerekirken, bugüne kadar düşürdüğü seviyede sabit bırakması, bizzat kendi belirlemeleriyle tutarsızlık teşkil ediyor. Küresel enflasyondaki artışa bağlı olarak 2022 yılında finansal koşulların biraz daha öngörülenden sıkı olacağını varsayan ve uluslararası gıda fiyatlarında süregelen artışların birikimli etkilerini ve tarımsal kuraklık gelişmelerini dikkate alarak gıda fiyatlarına yönelik tahminlerini yukarı yönlü revize eden Merkez Bankası, bu tespitine uygun olarak faiz oranını artırması gerekirken sabit bırakması kendi içinde tutarsızlıktır.

ENFLASYONU DÜŞÜRMEYE ODAKLI PLAN VE PROGRAMLARIN OLMADIĞINI GÖSTERİYOR

Küresel barış ortamının yeniden tesis edilmesi ve baz etkilerinin de ortadan kalkmasıyla enflasyonun kademeli olarak azalacağı hayat pahalılığıyla mücadele etmek anlamına gelmiyor ve enflasyonu düşürmeye odaklı plan ve programların olmadığını gösteriyor.

Küresel resesyon beklentilerinin realize olması halinde dahi enerji fiyatlarında artışların devam edecek olması yüksek olasılıklı global bir risktir. Rusya petrollerinin müeyyide kapsamının değişmemesi ve OPEC’in üretim artışı yönündeki küresel taleplere yeterince yanıt vermemesi halinde, petrol arzında talep lehine seyreden dengesizliği daha da artacak, fiyatlar üzerindeki yukarı yönlü baskıyı ve enflasyonu uzunca bir süre beslemeye devam edecektir.

Dolayısıyla küresel resesyon olasılığı realize olsa bile enerji fiyatlarında artışların devam etmesi yüksek olasılıklı global bir risktir. Petrol başta olmak üzere enerji fiyatlarının yaratacağı dışsal şoklara karşı Türkiye ekonomisinin koruyucu mekanizmaları kalmadı.

2021 yılından itibaren TÜFE’nin ÜFE endeksinden giderek daha fazla aşağıda kalması, TUİK tarafından TÜFE endeksinin doğru hesaplanmış olsa bile eksik açıklanmış olabileceğinin açık kanıtıdır.  Mayıs ayında TÜFE yüzde 73,5, ÜFE endeksi ise 132,16 olarak ölçüldü.

ÜFE ve TÜFE endeksleri, kapsam, hesaplanma zamanları, veri toplama platformları açısından aralarındaki önemli farklılıklar her iki endeksi birbirinden faklı sonuçlar üretmesine yol açılması gayet doğal olmakla beraber, aralarında bulunan sıkı korelasyon bağı nedeniyle her iki endeks arasındaki farlılık seviyesindeki katsayı önemli değişiklik içermez.

Eğer bu katsayı geçmişe göre önemli değişimler içeriyor ise, her iki endeksin içeriğinde de yeni değişikliler yapılmasını gerektirir. 2021 yılından bu yana UFE ve TÜFE endekslerinin hesaplanmasında metodolojik bir değişim olmadığına göre, 2021 yılından itibaren TÜFE’nin ÜFE endeksinden giderek daha fazla aşağıda kalması, aralarındaki makasın çok fazla açılması, TUİK tarafından TÜFE endeksinin eksik açıklanmış olabileceğinin bariz kanıtıdır.

TÜFE VE ÜFE ENDEKS MAKASININ 58.6 SEVİYESİNE TIRMANMASININ MATEMATİKSEL İZAHI YOKTUR

ÜFE endeksini yukarı çeken döviz kurlarının ürün satış fiyatlara etkisinde yani TÜFE’ye yansımasında ortalama olarak alışılmış olan üç aylık geçişkenlik süresi, 2022 yılının başından itibaren artık düşmüş hemen hemen 15 güne kadar kısaldı.

Buna rağmen TÜFE ve ÜFE endeks makasının giderek açılmış olmasının ve 58.6 seviyesine tırmanmasının matematiksel izahı yoktur.

İlave reel satın alma gücü yaratmayan, işsizliği azaltmayan bir büyüme, gelir dağılımını daha da bozar. Türkiye ekonomisinde de durum budur.

TÜİK ’in 410 adet ürün sepetine ilişkin fiyat gelişimlerini yayımlamaması, şeffaflığın tamamen terk edildiği ve bilgi gizlendiği algısına yol açtı. Ayrıca madde sepetinin yayımlanmaması, enflasyona endeksli olarak oluşturulacak olan yatırım araçlarına karşı güvensizliği daha şimdiden had safhasına çıkarmaya yetmiştir.

Enflasyon, mal ve hizmetlere dair genel fiyat düzeyinin süreklilik arz edecek şekilde yükselmesi sebebi ile paranın satın alma gücünde meydana gelen düşüş iken; gelirleri, ihtiyaç duyulan mal ve hizmetlerin satın alınmasına yetmemesi durumu ise hayat pahalılığıdır.

Türkiye’de geniş yığınlar açısından durum, enflasyonsuz bir hayat pahalılığı değil, enflasyonun getirdiği bir hayat pahalılığı halidir. Gelirlerindeki artış, enflasyon nedeniyle oluşan fiyat artışlarının altında kalanlar açısından her enflasyon hayat pahalılığı demektir. Şu anda Türkiye’de yaygın durum budur.

GELİRİ ENFLASYONUN ALTINDA KALANLAR AÇISINDAN YÜZDE 73,5 ORANINDAKİ ENFLASYON HAYAT PAHALILIĞI DEMEKTİR

Dolayısıyla sabit gelirliler veya geliri enflasyonun altında kalanlar açısından yüzde 73,5 oranındaki enflasyon hayat pahalılığı demektir.  Çünkü hayat pahalılığı, elde edilen gelirin ihtiyaç duyulan mal ve hizmetleri satın almaya yetmemesi halidir.  Çok sınırlı kesimler açısından ise enflasyon ise enflasyon hayat pahalılığı yaratmadı.

Mal ve hizmetlere dair genel fiyat düzeyinin süreklilik arz edecek şekilde yükselmesi sebebi ile paranın satın alma gücünde meydana gelen düşüşe rağmen, gelirleri bu düşüşten daha fazla artanlar açısından enflasyon hayat pahalılığı yaratmamış demektir.  Ya da konumları gereği fiyat artışlarını başkalarına transfer etme olanağı olanlar açısında da enflasyon hayat pahalığı yaratmaz. Nadiren de olsa teorik olarak bazen enflasyon sıfır olsa bile hayat pahalılığı durumu oluşabilir. Yani fiyatlar genel düzeyi değişmez iken gelirlerde düşüş meydana gelmesi halinde enflasyonsuz hayat pahalılığı oluşabilir. Türkiye’de böyle bir durum söz konusu değildir.

İSLAMİ MOTİFLERE BENZETİLMEYE ÇALIŞILARAK GES OLARAK DEVREYE ALINAN ÖNLEM, BİREBİR FAİZ ALERJİSİNİN YANSIMASIDIR

Kur artışına karşı, İslami motiflere benzetilmeye çalışılarak GES olarak devreye alınan önlem, birebir faiz alerjisinin yansımasıdır. Yurtdışı yerleşiklere tahsisli swap imkanının getirilmesi, 2018 yılından bu yana yapılanların yanlış olduğunun itirafıdır.  Swap imkanlarının kullanılarak yerel paraya ulaşımın küresel yatırımcılara yasaklanmasının yanlışlığı artık anlaşılmış olmalıdır.

Sermaye Piyasasında halka açılmalarda, disipliner kuralların bir kenara bırakılmasına ilişkin uygulamaların devam etmesi, orta ve uzun vadede küçük yatırımcıların riski olacaktır.

Genel kabul görmüş kuralların gevşetilmesiyle sermayenin tabana yayılması sağlanamaz. Maliye ve para politikasında ön kabuller bilimsel temele çekilmez ise, Türkiye’de fiyat istikrarı sağlanamayacaktır. Liralaşma stratejisinin mevcut durumu fiilen TL’den kaçışı zorunlu hale getiriyor. Son dönemdeki önlemler, beklenenin aksine finansal kesimin maliyetlerini artırdığı için, kredi ve mevduat faiz oranlarını yukarı yönlü baskılıyor.

Doğru kurgulanan bir para ve maliye politikası olmayınca, makro ihtiyati önlemler hiçbir zaman uzun vadeli çözüm aracı olma özelliği kazanamazlar.  Yüksek enflasyonun gelirlerde yarattığı erozyon, talep genel seviyesinin düşmesine, taleplerin öne çekilmesinin zorlaşmasına ve ekonomik büyümenin aşağı yönlü baskılanmasına neden olmaya başladı.

HER İKİ KİT’İN TOPLAM GELİRİ PLANLANAN GES İHRACININ YANINDA BİR HİÇ KALIYOR

DHMİ ve KEGM ’in yaklaşık 900 Milyon TL ’lık beklenen sembolik gelirleri güvence gösterilerek, Türkiye genelinde milyarları bulan yüksek miktarlı GES ihracının planlanması finans matematiği açısından tutarsızlıktır. Zira, her iki KİT’in toplam geliri planlanan GES ihracının yanında bir hiç kalıyor.  Dolayısıyla, karşılığı belirlenmeyen bir ihraç söz konusu olacaktır.

Hazine’nin 2 yıllık gösterge borçlanma araçlarının getirisi mevcut durumda yüzde 28’ler civarında iken, ihracı düşünülen GES ’lerin bileşik faiz getirisine yüzde 25’ ler civarında üst sınır getirilmesi GES’ lerin tercih edilme şansını daha işin başında azaltıyor.

Ayrıca üç aylık enflasyon hemen hemen yüzde 15-20 civarında iken, GES’ ler için üç aylık dönemsel getirinin yüzde 5-6 olarak öngörülmesi hatadır.  Dövize yönelecek tasarrufların GES’ e çekilmesi yönündeki beklentinin maliyeti, çok net olarak bankaların dışlanması (crowding out) olacaktır.

Son 3-4 yıldır dışlanan Londra Swap Piyasasının tahsisli swap olarak tekrar oyuna davet edilmesinin bu saatten sonra sıcak para yaratması yönünden önemli bir katkıda bulunacağının beklenmesi oldukça zor gözüküyor.  Reeskont kredisi kullananlara Merkez Bankası tarafından getirilen yüzde 70 döviz satma, yüzde 20 KKM ’a geçme ve 1 aylık vadede döviz alamama gibi sınırlamalar, kayıt dışılığı canlandıracak oldukça ağır kambiyo sınırlamalarıdır.

ÖDEMELER DENGESİNDE HEMEN HEMEN ANA FONLAMA KALEMİ HALİNE GELEN HATA VE NOKSAN KALEMİNDEKİ FAHİŞ ARTIŞ İZAH EDİLMELİDİR

Hem tüketiciler hem de çiftçiler açısından girdi arz eksikliği, gıda ürünlerinin fiyat istikrarsızlığını uzun süre besleyecek risk unsuru haline gelmiştir.  Girdi bağımlılığının azaltılmasına ilişkin teşvikli uygulamalara ağırlık verilmelidir.

Dış ticaret dengesindeki negatif seviye düşmedikçe ve dış ticaret hadleri lehe dönmedikçe, İhracat artışlarının olağan üstü bir performans olarak değerlendirilmesi istatistiki olarak anlamsızdır.  Ayrıca, ödemeler dengesinde hemen hemen ana fonlama kalemi haline gelen hata ve noksan kalemindeki fahiş artış izah edilmelidir. Küresel piyasalarda en ağır şekilde devam eden sıkılaşma politikalarına rağmen, Türkiye ekonomisinde faiz indirimlerine gidileceği algısının yaratılması oyun dışına çıkmak demektir.

FED’ in faiz artırım kararı, ülkelere ilave  borç yükleri yaratacaktır. FED ’in faiz artırımı; küresel ekonomilerde resesyon, stagflasyon ve genel maliyet artışı risklerini biraz daha canlandırdı, gelişmekte olan ülkelerin pozisyonlarını ve ekonomik göstergelerini daha fazla zora soktu ve borç yüklerinin artışına sebep oldu. 75 baz puanlık faiz artışının zincirleme etkisi birçok ülkede devam etmiş olmasına rağmen Türkiye’nin bu artışlara eşlik etmemesi risklerin tahribatını daha da artıracak.

Mevcut dolar faiz oranının fahiş CDS primi çarpanıyla ulaştığı seviyeden borçlanma yapısının Türkiye ekonomisi tarafından sürdürülmesi daha da zorlaştı. Türkiye ekonomisinin yüzde 8,5’ler civarındaki yüksek seviyeli CDS faizleri FED ’in kararından sonra, borçlanma maliyetlerini daha da ağırlaştıracaktır çünkü yüzde 12-13 civarındaki bir dolar borçlanma yapısıyla ekonomik aktivitelerin Türkiye açısından sürdürülebilir olması zorlaşıyor.

FED FAİZ ARTIRIMI VE BUNUN DEVAM EDECEĞİNİN BELİRTİLMESİ, BİRÇOK ÜLKE AÇISINDAN IMF KAPISININ ÇALINMASINI OLAĞAN HALE GETİRECEK

75 bps faiz artırımı ve bunun devam edeceğinin belirtilmesi, birçok ülke açısından IMF gibi kuruluşların kapısının çalınmasını olağan hale getirecektir.  Euro/Dolar endeksindeki gerileme Türkiye ekonomisinin rekabet gücünü ve gelir seviyesini ciddi olarak törpüleyecektir. Zayıflayan TL, Türkiye’nin dış borç ödeme ve dövizli yükümlülüklerini karşılama kapasitelerini azaltmakta ve yok ediyor.

Tahrip edilmiş olan adil fiyat ölçme işlevi Türk Lirasına geri kazandırılmaz ise ülkenin makro göstergelerinin hiç birisinde düzelme hali oluşamaz. Türk Lirasına adil fiyat ölçme özelliğini tekrar kazandırmak için, bugüne kadar değer kaybına sebep olan yanlış uygulamaların hepsinin bir an önce durdurulması gerekir.

Türkiye’nin tasarruf isteğinin ve cazibesinin artırılıp, cari açığın azaltılması için TL’nin değer kaybının ve TL’den kaçısın önüne geçilmesi gerekir. Zira ekonomide öncelikli olarak ilk sırada hızlıca Türk Lirasına değer kazandırılmalıdır.

2020 yılından bu yana yüzde 124 oranında değer kaybetmiş olan Türk Lirası’nın ulaştığı 17.5 TL’lik seviyenin en az 9,80 TL seviyesine geriletilmesi için, en başta Merkez Bankası ve Maliye Politikaları tarafından faiz ve makro ihtiyatı tedbirlerin ve yapısal dönüşümlerin ortak koordinasyonla bir an önce devreye alınmaları şarttır.

Türk Lirasında olması gereken yüzde 45 civarındaki bir geri değerlenme hali, en başta enflasyon ve hayat pahalılığı problemini, geniş yığınların erozyona uğramış satın alma güçlerini, düşen kişisel gelir miktarlarını, fahiş seviyelere ulaşan CDS primlerini, ülke notlarını, toplumsal stresi ve kutuplaşmayı hızlıca düzeltecektir.

Merkez Bankası’nın cari konjonktür karşısında zararlı olan bu düşük faiz politikası ısrarından vazgeçip, faiz aracını etkili bir şekilde kullanma konusundaki tarihsel vazifesini yerine getirmekten çekinmemesi ve temel görevini yapması gerekir.

DÜŞÜK FAİZ POLİTİKASI EKONOMİNİN İÇERİSİNE DÜŞTÜĞÜ BU YIKICI ENFLASYON VE HAYAT PAHALILIĞININ EN ÖNEMLİ MÜSEBBİBİDİR

Ekonominin içerisine düştüğü bu yıkıcı enflasyon ve hayat pahalılığının en önemli müsebbibinin düşük faiz politikası olduğu gerçeğini Merkez Bankası’nın artık görmüş olması gerektiği konusunda iç ve dış tüm kamuoyu hemfikirdir. Yine aynı şekilde, düşük faiz uygulama konusunda, Para Kurulu’nun tutanaklarında bugüne kadar ileri sürülen tüm gerekçelerin esasında birebir bahane ve geçersiz açıklamalar olduğu herkes tarafından açık açık fark edilmiş durumdadır.

Merkez Bankası’nın faiz artırma yetkisinin olmadığı şeklindeki piyasalarda var olan haklı algı kırılmadan, Merkez Bankası güven verme işlevini yeniden kazanamayacaktır: Piyasalarda Merkez Bankası’nın faiz artırma konusunda toplanan tahminlerde hemen herkesin “faiz artırımı beklemiyoruz” cevabı, esasında faiz artırma yetkisinin Merkez Bankası’nın elinden alındığı ve istese de faizi artıramayacağı anlamındadır.  Piyasalardaki bu algı kırılmadan Merkez Bankası güven veremez.  Zira, Para ve Kur Politikasının Temel Çerçevesi olarak, yüzde 5 olarak lanse edilen enflasyon hedefine, enflasyon hedeflemesi rejiminin uygulandığına, fiyat istikrarının sürdürülebilir bir zeminde yürütüldüğüne, riskleri sınırlandırmak amacıyla elindeki tüm araçları etkin bir şekilde kullanacağına ilişkin olarak ilan ettiği hedeflere ekonomik birimlerin hiç birisi inanmıyor.

FİYAT ARTIŞLARININ TAMAMINI EMTİA, ENERJİ FİYATLARINDAKİ ARTIŞA BAĞLAYAN MERKEZ BANKASI İNANDIRICILIKTAN YOKSUNDUR

Enflasyondaki artışın en önemli kısmının TL’deki değer kayıplarından meydana gelmesine rağmen, fiyat artışlarının tamamını uluslararası emtia fiyatlarındaki artışa, enerji fiyatlarındaki artışa ve tedarik zincirlerindeki bozulmalara bağlayan Merkez Bankası inandırıcılıktan yoksundur. Enflasyon risklerinin çözümüne odaklanan gelişmiş ülkelerin ve diğer ülkelerin Merkez bankalarının destekleyici parasal duruş içerinde olduklarını T.C. Merkez Bankası’nın ileri sürmesi artık gerçeği ve reel durumu ifade etmiyor.

Para politikasındaki duruşunu, sürdürülebilir fiyat istikrarı hedefine ulaşılması odağında belirleneceğini açıklamasına rağmen, Merkez Bankası’nın şu ana kadarki hiçbir uygulaması bu amaç doğrultusunda kurgulanmamış, tam aksi yönlerde cereyan etti. KKM Merkez Bankası’nın para üzerindeki kontrol gücünü zayıflatıyor.

MERKEZ BANKASI, KKM YOLUYLA TL’DEN KAÇIŞI DÖVİZE ENDEKSLİ ÜRÜNLERE YÖNELİŞİ HEP CANLI TUTUYOR.

Liralaşmayı, fiyat istikrarına ve finansal istikrara yönelik riskleri gözeten bir sistem olarak kurguladığını ifade eden Merkez Bankası, KKM yoluyla tam tersine TL’den kaçışı dövize endeksli ürünlere yönelişi hep canlı tutuyor.

Elindeki müdahale araçlarını kullanmaya çekinen Merkez Bankası, küresel barış ortamının sağlanmasına ve 2022 yılının sonuna doğru oluşacak baz etkisine dayanarak faiz oranlarını artırmıyor, enflasyonun kendiliğinden düşeceği beklentisini yayıyor ve bu yolla sorumluluk üstlenmekten kaçınıyor.

Küresel ortamda başlayan parasal daralmaya rağmen, Merkez Bankası tarafından politika faiz oranlarının düşük düzeyde tutulmaya devam edilmesi, 800’ün üzerine çıkan Türkiye CDS primlerinin yüzde 10’lara ve borçlanma oranlarının da yüzde 14’lere hızlıca yaklaşacağı bir durum yüksek olasılıktır.

Meclise sunulan bütçeye ilave yapma teklifi, literatürdeki ek bütçe tanımı kapsamını aşan ve aynı hataları devam ettiren yepyeni bir bütçe teklifidir.   Gelirlerde yüzde 73,4, Giderlerde yüzde 61,7 oranındaki artış ek bütçe kapsamında değerlendirilemeyecek kadar büyük bir değişikliktir.

Yeni bir bütçe yapılmasına; yanlış para politikası, yanlış faiz politikası ve en önemlisi öngörü ufkunun bulunmaması sebep oluyor. Aynı faiz politikasının devam ettirilmesi halinde, yıl sonuna doğru yeni bir ek bütçe zorunluluğunun tekrar doğacağı görünen bir gerçekliktir.

KKM uygulamasından çıkış stratejisinin bulunmamasının sebep olduğu risk birikimi, bütçenin, Türk Parasının ve genel ekonominin temel ve yapısal problemi olmaya devam edecektir.

Yüksek ithalat bağımlığı olan bir ülkede, negatif reel faiz tercihi; fiyat istikrarını bozmaktan, yerel paranın dövize dönüşüm kabiliyetini zayıflatmaktan ve genel ekonomiyi zehirlemekten başkaca hiçbir sonuç üretemez.

Merkez Bankası’nın, faizi sabit tutarak küresel ekonomilerle faiz farkını daha da büyütmeye devam etmesi, Türkiye’nin dış kırılganlığını olağanüstü artırıyor.   Düşük faiz politikası, dolaylı ve direkt olarak finansal, parasal ve dışsal istikrarsızlığın artmasına, Türkiye ekonomisinin esnekliğinin bozulup döviz yaratma kapasitesinin azalmasına yol açıyor.

Orhan Ökmen

Sesmir Yönetim Kurulu Başkanı

okmen@turcomoney.com

Yorum yok

Yorum Yazın

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

*

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

İlgili Haberler

Site Haritası