Son Haberler

Reel sektörün borç yükü, işte böyle azaltıldı…

Politika faizinin ulaştığı seviye, talep daraltıcı güce hala ulaşamadı. Sıkı para politikasına bağlı kalınacağını vurgulayan Merkez Bankası, yatırımcılar üzerinde etkili olabilmek için bu politikayı hangi araçları ve hangi metotları kullanarak uygulayacağını da açık açık ifade etmesi gerekir. Bu ayrıntılara girilmediği için, para politikası ve yatırımcı arasındaki etkileşimde devam eden kuşkular azalmıyor.  

-Toplam talep koşullarının ivme kaybetmesine rağmen enflasyon artmaya devam ediyor ise bu durum makro dengelerdeki bozulmanın çok derinlerde olduğunu gösterir. Yükselme eğilimi devam eden enflasyonun 2024’ün ilk yarısından sonra istikrarlı olarak gerileyeceği öngörüsünün realizasyonu için, miktarsal sıkılaştırma ve seçici kredi politikası ile makro ihtiyati çerçevede sadeleşme adımları finansal koşullara yansımaya başlasa bile politika faizindeki artışların bu haliyle kâfi gelmez.

-Türkiye’de tüm ekonomik birimlerin tamamı son 2013-2021 arasındaki 8 yılda; ortalama 3.000.-USD civarında kişisel gelir kaybına maruz kaldı. Kişisel gelir kayıp oranı ortalama %23,74’dür. %26,25 oranıyla en yüksek gelir kaybına ise, 3. kademede temsil edilen orta sınıf gelir grupları uğradı.  Mevcut 84.7 milyon nüfusun tamamı için ülke düzeyinde göreceli olarak toplam kayıp 252 milyar dolara ulaştı. Son 2 yılda da aynı kayıp aratarak devam ediyor.

-Enflasyonun kontrol edilmesi için öncelikle döviz kurlarının kontrol edilmesi gerekir. Negatif faiz söz konusuyken, serbest piyasa ve dalgalı kur rejimlerinde döviz kurlarının kontrolu mümkün değildir. Zira, negatif faiz ortamlarında sermaye akımlarının ülke içerisine gelmesi beklenemez. Ancak, serbest piyasa ve dalgalı kur rejimlerinde pozitif reel faiz söz konusu ise döviz kurlarının kontrolu mümkün olabilir.

-Reel faizler negatif alanda kalmaya devem eder iken, nominal faiz seviyelerinde oluşan artışların fiyat istikrarı için hiçbir anlamı yoktur.  Eski ve yeni ekonomi yönetimleri, döviz arzını artırıcı ve döviz talebinin nedenlerini ortadan kaldırıcı ve/veya azaltıcı politikalar geliştirmek yerine, direkt olarak döviz talebini kısıtlayıcı ve düzenleyici önlemlere gitmeleri bir diğer önemli politika yanlışlığıdır.

-Türkiye’nin hem ihraç ürünlerinin hem de ithalat ürünlerinin fiyat elastikiyetlerinin düşük olması, dış ticaret açıklarının düşürülmesi konusunda döviz kuru politikalarını hep anlamsız kıldı. Zira TL’nin dış değerinin zayıflatılmasına rağmen, ihracat artışları da ithalat azalışları da sağlanamadı. Ancak, döviz kurlarının artırılması yoluyla iktisadi birimler arasındaki haksız sermaye transferlerine başvurulması hep devam etti.

Politika faizinin ulaştığı seviye, 2024 yılı için % 50-55 civarında beklenen enflasyon oranının epeyce altındadır. Dolayısıyla pozitif reel faize ulaşmak için en az %40 oranında bir artışın daha yapılması gerekiyor.  Artış trendinin durdurulması veya uzun zamana yayılması, rezerv birikimine, dış borç finansmanına, fiyat istikrarının sağlanmasına zarar vermeye devam edecektir.  Politika faizinin ulaştığı seviye, talep daraltıcı güce hala ulaşamadı. Sıkı para politikasına bağlı kalınacağını vurgulayan Merkez Bankası, yatırımcılar üzerinde etkili olabilmek için bu politikayı hangi araçları ve hangi metotları kullanarak uygulayacağını da açık açık ifade etmesi gerekir. Bu ayrıntılara girilmediği için, para politikası ve yatırımcı arasındaki etkileşimde devam eden kuşkular azalmıyor.

Toplam talep koşullarının ivme kaybetmesine rağmen enflasyon artmaya devam ediyor ise bu durum makro dengelerdeki bozulmanın çok derinlerde olduğunu gösterir. Ayrıca, Türk lirasında yaşanan yüksek değer kaybının nedeni, ücret düzenlemelerinin, enerji fiyatlarındaki küresel artışların talep dışı nedenlerle hareket ediyor olmalarıdır.  Ücret ve döviz kuru kaynaklı maliyet yönlü baskılar ile vergi düzenlemelerinin etkileri enflasyona yansımaya devam ettiği için çekirdek göstergelerin aylık artış oranları zayıflama olacağı beklentisi doğru değildir.

ENFLASYON ÖNGÖRÜLERİ KONUSUNDA REHAVETE KAPILMAMAK GEREKİR

Enflasyonun seçimlerden sonra gerileyeceği beklentisi için politika faizindeki artışların bu haliyle kâfi gelmesi söz konusu değildir. Yükselme eğilimi devam eden enflasyonun 2024’ün ilk yarısından sonra istikrarlı olarak gerileyeceği öngörüsünün realizasyonu için, miktarsal sıkılaştırma ve seçici kredi politikası ile makro ihtiyati çerçevede sadeleşme adımları finansal koşullara yansımaya başlasa bile politika faizindeki artışların bu haliyle kâfi gelmeyeceği açıktır. İç talepte ve cari açıkta beklenen kademeli dengelenme konusunda belirsizlikler tüm açıklığıyla devam ediyor.  Aylık enflasyonda başladığı düşünülen yavaşlamanın devamlılığında ve bozulan enflasyon beklentilerindeki iyileşme öngörüleri konusunda rehavete kapılmamak gerekir.

Büyüme ivmesinde görülen yavaşlamanın esas nedeni, iç talepteki daralmadan ziyade küresel koşullardaki zorluklar, jeopolitik riskler, risk iştahındaki ve arz koşullarındaki bozulmalar ve iç verimsizlik halidir.  Faiz farklılaştırmaları ve regülasyonlarla Türk Lirası mevduatta oluşturulan piyasa dışı talebin veya zorlamanın sürdürülebilir olmadığı gayet açıktır. Zira dövize yönelik talep canlılığını hala koruyor. TL mevduata yönelimlerin sadece kayıtsal bir durum olduğu bilinmeli ve kaydi oluşumların ise aktarım mekanizmalarının etkinliğini artırdığı söylenemez.

ÜLKE DÜZEYİNDE GÖRECELİ OLARAK TOPLAM KAYIP 252 MİLYAR DOLARA ULAŞTI

Küresel risk iştahındaki bozulmanın etkisiyle gelişmekte olan ülke paraları ABD doları karşısında değer kaybederken, Türk lirasındaki değer kaybı görece daha sınırlı kalmasının nedeni ekonomideki iyileşmeler değil, Merkez Bankası tarafından yapılan döviz satışlarıdır.

Türkiye’de tüm ekonomik birimlerin tamamı son 2013-2021 arasındaki 8 yılda; ortalama 3.000.-USD civarında kişisel gelir kaybına maruz kaldı. Kişisel gelir kayıp oranı ortalama %23,74’dür. %26,25 oranıyla en yüksek gelir kaybına ise, 3. kademede temsil edilen orta sınıf gelir grupları uğradı.  Mevcut 84.7 milyon nüfusun tamamı için ülke düzeyinde göreceli olarak toplam kayıp 252 milyar dolara ulaştı. Son 2 yılda da aynı kayıp aratarak devam ediyor. 2022 ve 2023 yıllarına ilişkin yayımlanmış istatistiki bilgiler mevcut olmamakla beraber, yaşanan ciddi devalüasyonlar ve aratan nüfusla birlikte milli gelir kayıp süreci daha da hızlandığı için son iki yılda en az 100 milyar dolarlık ilave bir kaybın daha oluştuğu tahmin ediliyor.

2021

Yılı

%20’lik Dilimler

2021

GSYH

(000.000)

USD

 2021

Nüfus

2013 Yılı Gelirdeki Payı 2021 Yılı Gelirdeki Payı 2013 Yılı Kişi Başı Gelir-USD 2021 Yılı Kişi

Başı Gelir

-USD

8 Yıllık Kişisel Gelir Kaybı-USD Kişisel Gelir Kayıp oranı % 2013-2021 Arasında 8 Yıllık Gelir Kaybı         USD
5.Kademe   48,440 16,940,000 6.10% 6.00%  3,811.11   2,860 –   952 -24.97% –    6,120,163,302
4.Kademe   83,948 16,940,000 10.70% 10.40%  6,685.06   4,956 -1,729 -25.87% –  29,296,876,611
3.Kademe 118,649 16,940,000 15.20% 14.70%  9,496.53   7,004 – 2,492 -26.25% –  42,222,226,587
2.Kademe 168,683 16,940,000 21.40% 20.90% 13,370.12    9,958 – 3,412 -25.52% –  57,806,753,222
1.Kademe 387,380 16,940,000 46.60% 48.00% 29,114.36 22,868 – 6,247 -21.46% – 105,817,313,090
Toplam 807,100 84,700,000 100.00% 100.00% 12,495.43    9,529 – 2,967 -23.74% – 251,263,332,812

KAMUSAL ÖNCÜLÜK, ULUSLARARASI GİRİŞİMLER İÇİN SEFERBER EDİLMELİ

İthal ikameci sanayiler ve ithal ikameci teşvik politikaları başta olmak üzere, orta ve uzun vadeli, geniş yelpazeli yapısal dönüşüm paketlerinin devreye alınmaması halinde, TL’deki değersizleşmenin enflasyona yansıma ve satın alma güçlerindeki transfer problemleri hiçbir zaman önlenemeyecektir.  Türkiye’nin coğrafi konumunun, özellikle lojistik başta olmak üzere dünya ticaret hacminin artışında sağlayacağı potansiyel ekonomik avantajları öne çıkartılarak, kamusal öncülüğün uluslararası girişimler için seferber edilmesi suretiyle, bu yolla döviz kazançlarının ilave akışlarına ilişkin yeni kanallar yaratılmalıdır.

ENFLASYONUN KONTROL EDİLMESİ İÇİN DÖVİZ KURLARI KONTROL EDİLMELİ

Enflasyonun kontrol edilmesi için öncelikle döviz kurlarının kontrol edilmesi gerekir. Negatif faiz söz konusuyken, serbest piyasa ve dalgalı kur rejimlerinde döviz kurlarının kontrolu mümkün değildir. Zira, negatif faiz ortamlarında sermaye akımlarının ülke içerisine gelmesi beklenemez. Ancak, serbest piyasa ve dalgalı kur rejimlerinde pozitif reel faiz söz konusu ise döviz kurlarının kontrolu mümkün olabilir. Eski ve yeni ekonomi yönetimleri arasında negatif faiz politikalarını sürdürme yönünden tam bir benzerlik söz konusu olup, her iki yönetimin de başarısızlıklarının temel nedeni, negatif faiz politikalarının her iki yönetim tarafından da uygulanmış ve uygulanıyor olunmasıdır. Eski yönetim döneminde faiz oranları düşürülürken, enflasyon ve döviz yukarı tırmanıyordu. Yeni yönetim döneminde de tam tersi faiz yukarı çıkarılırken sonuç değişmiyor, yine döviz ve enflasyon yukarı tırmanıyor. Bu durumun nedeni her iki yönetim döneminde de negatif faiz politikalarının sürdürülmesidir.

Reel faizler negatif alanda kalmaya devem eder iken, nominal faiz seviyelerinde oluşan artışların fiyat istikrarı için hiçbir anlamı yoktur.  Eski ve yeni ekonomi yönetimleri, döviz arzını artırıcı ve döviz talebinin nedenlerini ortadan kaldırıcı ve/veya azaltıcı politikalar geliştirmek yerine, direkt olarak döviz talebini kısıtlayıcı ve düzenleyici önlemlere gitmeleri bir diğer önemli politika yanlışlığıdır. Döviz kurlarının artışını sınırlamak için eski yönetim KKM gibi, döviz satışları gibi çaresiz uygulamaları devreye alırken, yeni yönetim de talep çekişli arz kısıtları yaratarak, ekonomiyi küçülterek ve işsizliğe razı olarak döviz talebini sınırlamaya çalışıyor.

DÖVİZ TALEBİNİ KISITLAYAN DÜZENLEMELER, PARALEL PİYASALARA VE KAYIT DIŞILIĞA NEDEN OLUYOR

Direkt olarak döviz talebini kısıtlıyı düzenlemeler, paralel piyasaların oluşumuna ve kayıt dışılığın artmasına yol açıyor. Ekonominin içerisine düştüğü bu ortamda kayıt dışılık da önemli bir problemdir. Reel faizin pozitif alana taşınmaması halinde, yeni yönetimin enflasyonla mücadele başarısının görünümü hep zayıf kalacaktır.

Piyasalardaki likidite bolluğu, artan politika faizlerinin fiyat istikrarı üzerindeki etkisini zayıflatıyor. Zira politika faizindeki artış, likidite bolluğu nedeniyle TL tasarruf mevduatı faizlerine yansıyamıyor. Kaynak ve gelir dağılımlarındaki bozukluğun ve TL’nin dış değerinin çoğunlukla denge fiyatından uzakta konumlanması, Türkiye ekonomisinin çözülemeyen enflasyon ve dış ticaret açıklarındaki kalıcılıktan kaynaklanıyor.

2018 yılından sonra tekrar artışa geçen enflasyonun tahribatı karşısında IMF programlarının reddedilmesine rağmen, etkili ve yeterli mücadele yürütülemdi.  1960’lı yıllardan itibaren artışa geçen ve 1990’lı yılların ortalarında en yüksek seviyesine ulaşan enflasyon, o tarihlerde IMF ile yapılan programlar ve kamu maliyesi başta olmak üzere birçok alanda yapılan reformlar sayesinde 2018 yılına kadar düşmeye devam etti.   2018 yılından sonra ise tekrar artışa geçen enflasyonun tahribatı karşısında ise IMF programları reddedilmiş, diğer taraftan da etkili ve yeterli mücadele yapılmadı.

İHRACAT ARTIŞLARI DA, İTHALAT AZALIŞLARI DA SAĞLANAMADI

Türkiye’nin hem ihraç ürünlerinin hem de ithalat ürünlerinin fiyat elastikiyetlerinin düşük olması, dış ticaret açıklarının düşürülmesi konusunda döviz kuru politikalarını hep anlamsız kıldı. Zira TL’nin dış değerinin zayıflatılmasına rağmen, ihracat artışları da ithalat azalışları da sağlanamadı. Ancak, döviz kurlarının artırılması yoluyla iktisadi birimler arasındaki haksız sermaye transferlerine başvurulması hep devam etti.

Gıda üretiminde ortaya çıkan talep ve maliyet enflasyonunun esas nedeni giderek artan âtıl kapasite sorunu ve yakın zamana kadar uygulanan keyfi para politikasıdır. Atıl kapasite dışında Türkiye ekonomisindeki gıda enflasyonunun Dünya ortalamasından 10 kat daha büyük olmasının başlıca nedenleri ise; tarım sektöründeki kamusal destek ve düzenleme yanlışlığının yol açtığı üretim olanaklarının süreklileşen kaybı, aracıların tekelleşmesi, üreticilere yönelik koruyucu uygulamaların yokluğu, iş bulma ve pazarlama açılarından kırsal kesimde yaşamanın zorlukları karşısında sessiz kalınması, stokçuluk faaliyetleri başta olmak üzere spekülatif faaliyetlerin cazip olmaktan çıkartılamaması ve nihayetinde girdi temininde dışa bağımlılığın her geçen gün artmasıdır.

GIDA ENFLASYONU, SABİT VE DAR GELİRLİLERİ AÇLIK SINIRININ ALTINA İTECEK BÜYÜKLÜKTE

Gıda enflasyonunun geldiği seviye, ister TÜFE’den yüksek olsun ister düşük her durumda sabit ve dar gelirlileri açlık sınırının altına itecek büyüklüktedir. Kaldı ki gıda enflasyonu son yıllarda reel olarak TEFE ‘nin üzerinde gerçekleşiyor.  Gıda zincirinde oluşan yüksek pazarlama marjı enflasyona neden olurken, eşzamanlı olarak gıda üreticilerinin reel kazançlarını da azaltıyor. Zira, nihai tüketicinin ödediği fiyat ile üreticinin eline geçen fiyat arasındaki farkının en yüksek olduğu ülke Türkiye’dir. Tarım ve gıda fiyat artışlarının üreticilerinin satışlarına yansıması, aracı ve pazarlayıcılar tarafından önleniyor. Bu durumda satış gelirleri artmadığı halde, girdi maliyetleri artan tarımsal üreticiler ciddi kayıplarla karşılaşıyorlar.

Tarımsal ürünlerin pazarlama zincirinin kısaltılması gıda fiyat artışlarının sınırlandırılmasına yardımcı olacaktır. Gıda enflasyonun Türkiye’de hızlıca artmış olması ile küresel ısınma sonucu meydana gelen iklim değişikliği arasındaki bağ şimdilik göreceli olarak zayıftır. Gıda sektöründeki pazarlama görünümü, enflasyondan ziyade tam bir fiyat anarşisi ve kaosu söz konusudur. Yan yana iki satıcı ya iki zincir markette bile aynı ürünün fiyatları farklılaşabiliyor. Gıda fiyatları son iki yıldır “maliyet + kar” formülüne göre değil, gün içerisinde de keyfe göre değişebilen “istediğim fiyata satarım” mantığına dayalı spekülatif kararlara göre oluşuyor. Bu türlü fiyat karmaşasına neden olan enflasyon ataletinin bir an önce kırılması gerekir.

TASARRUF-YATIRIM DENGESİNDEKİ BOZULMALAR, FİNANSAL İSTİKRARSIZLIĞA NEDEN OLUYOR

Türkiye finansal piyasalarının likidite sağlama gücündeki inişli çıkışlı seyre bağlı olarak tasarrufların yatırım fırsatlarına yöneliminde kesintilerin oluşması, makro finansal istikrar mekanizmalarının bariz bir şekilde zayıf kurgulandığını gösteriyor. Oysa tasarruf-yatırım dengesindeki bozulmalar esasen finansal istikrarsızlığın bizzat kendisidir.  Ödeme sistemi, riski dağıtma, kaynakların etkin dağılımı gibi ekonomik fonksiyonların dalgalanması karşısında finansal İstikrarın kesintiye uğramayacak yeterlilikte güçlü kurgulanmış olması ve Merkez Bankası’nın bu amaca odaklanması gerekir.

Türkiye finansal sisteminde ve bilumum piyasalarda oluşan asimetrik bilgilere ve piyasa dışı bilimsel olmayan düzenlemelere bağlı olarak ahlaki risklerin zaman zaman genişlemesi, risk yönetimini yetersiz konuma sürükleyerek likidite yönünden finansal istikrarsızlığın başlamasına sebep oluyor. Bu durum Türkiye finansal piyasalarının son yıllardaki belirgin bir özelliği haline gelmiş olup, önemli güncel ve yapısal risk unsurları arasındadır.

Türkiye hane halkı borçluluğunun, gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ortalamasının altında görünüm arz etmesinin temel nedeni, gelir dağılımının en bozuk olduğu ülkelerden birisinin Türkiye olmasıdır. Zira bankalardan borçlanan kesimlerin borçlarının toplam GSYİH ’na oranlanması yerine kendi gelirlerine oranlanması halinde bu oranın çok daha yukarıda olduğu görülecektir. Dolayısıyla Türkiye ekonomisi açısından hane halkı borcu kaynaklı risklerin sistemik açıdan sınırlı olduğunu düşünmek ciddi bir analiz yanlışlığıdır.  Yükümlülük bileşenleri içerinde kartlı harcamalar birikmiş risk rezervi haline gelmiş durumdadır.

Reel sektör borçlarının milli gelire oranla azalış göstermesinin nedeni, borç geri ödemeleri değil, 2022 yılı yüksek enflasyonun etkisiyle nominal milli gelirdeki artışın finansal borç artışının üzerinde gerçekleşmiş olması ve yakın zamana kadar Merkez Bankası tarafından sürdürülen düşük finansman maliyetleridir. Dolayısıyla, reel sektörün borç yükü, toplumun diğer kesimlerine yüklenerek azaltıldı.

Orhan ÖKMEN

Sesmir Yönetim Kurulu Başkanı

okmen@turcomoney.com

Yorum yok

Yorum Yazın

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

*

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

İlgili Haberler

Site Haritası