Son Haberler

Bankacılık ilave satın alma gücü yaratır

Türkiye Merkez Bankası ve bankalar arasındaki tartışma yaşanıyor. Peki bir yandan munzam karşılıklar yoluyla Banka Kredilerinin maliyetleri yükseltilirken, diğer yandan SPK tarafından halka arz seferberliğinin yürütülmesi arasındaki tezat ne anlama geliyor?

Kriz sonrasında genişlemeci maliye politikalarına başvuran gelişmiş ekonomilerde, kamu finansman dengeleri bozulmuş, borç yönetimleri ve sosyal güvenlik sisteminin sürdürülebilirliği zorlaşmıştır. Tüm bu zorlukların giderilmesi, ülkeler arasında uluslararası politika entegrasyonunun sağlanabilmesine bağlıdır. Ancak; uluslararası sermaye akımlarının hedefi haline gelen gelişmekte olan ekonomilerin aşırı ısınma riski ile karşılaşmış olmaları, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde artan siyasi belirsizliklerin etkisiyle enerji ve ürün fiyatlarında meydana gelen artış, uluslararası sermaye akımlarının hala devam etmesi, beklenen kur mücadeleleri, uluslararası politika entegrasyonunun sağlanabilmesinin küresel boyuttaki makro engelleridir. Ayrıca; gelişmiş ekonomilerin kamusal tasarruf açıklarının yönetimine, gelişmekte olan ülkelerien ise, eksik istihdam sorununun giderilmesine yönelik amaç farklılıkları da uluslararası politika entegrasyonunun sağlanabilmesi açısından bir diğer önemli engeldir.

Küresel sermaye akımlarının gelişmekte olan ülkelere yönelik giriş harekatı devam etse bile, gelişmekte olan ülkelerin merkez bankaları aracılığıyla uluslararası rezerev adı altında toplanan bu fonlar, nihayetinde gelişmiş ülkelere resmi yoldan tekrar aktarılarılarak, onların borç yönetimlerine kaynak yaratılıyor. Bu süreç, yükselen ekonomilerde önce ısınmaya, arkasından ise yavaşlamaya ve varlık fiyatlarında çökmeye sebep oluyor. Gelişmiş ekonomilerde ise ülke iflaslarını ve Banka likidite krizlerini gündemleştiriyor.

Böylesine bir ortamda, Türkiye’de, yüksek cari açığın olası olumsuz etkilerini bertaraf etmek amacıyla, bankacılık kesiminin, munzam kalemi yoluyla kredi verme kapasitesi düşürülmeye çalışılıyor. Kredi arzının artışı, yatırım ve tüketim harcamalarını artırarak ulusal ekonomileri büyütüyor. Kredilerin düşmesi ise reel faaliyetleri düşürüyor. Reel faaliyetlere yön vermek için Para otoriteleri fon maliyetlerine müdahale ederek kredi arzını etkileyebiriler. Kredilere Mokro Kredi kanalları yaklaşımıyla, büyük resimden bakarsak üç kaynağa bölmek mümkün.

Resmi Organize Kanal: Bankalar, Leasing, factoring, Tüketici Fin Şirketleri. Sermaye Piyasaları

Yarı resmi, yarı organize Kanal : Dış Finansman, çek, Senet

Resmi Olmayan Kanal: Satıcı kredileri (senetsiz), Aile içi ve eş-dost dayanışması,

2004 Yılında TC Merkez Bankası tarafından yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye’de en fazla paya yarı resmi kredi kanal sahip. Makro Kredi Kanalı içerisinde Yarı resmi Kanal % 42 civarında, Resmi kanal % 40 civarında, Resmi olmayan kanal ise % 18 civarında payı bulunuyor. Yarı Resmi kanal içerisinde ise en yüksek payı dış finansman kanalı alıyor. Geleneksel ekonomilerde, resmi kanalın payı oldukça düşük.

Kredi kanalının en önemli işlevi, toplumdaki harcama ihtiyacı ile tasarruf eğilimi arasındaki farkın yarattığı talebe dayanarak geliri veya sermayesi olmayanlar veya eksik olanlar lehine “İlave Satın Alma Gücü” yaratmasıdır. Yaratılan satınalma gücünün kullanıldığı alan, hem iç piyasa hemde dış piyasalar olabilir. Yaratılan bu ilave satın almaların iç piyasa da kullanılması halinde ekonomik canlılık, büyüme ve fiyat artışları gündeme geliyor. Yine bu satın alma gücünün dış piyasalarda özellikle ithalatta kullanılması halinde de yine ekonomik canlılık sağlanıyor, ancak en önemli fark dış ticaret ve cari açıklara neden olabiliyor. Bugünlerde Türkiye’de Merkez Bankası ile Bankalar arasındaki tartışmalar tam da bu noktalarda cereyan ediyor. Ancak, Makro Kredi kanallarının tamamını dikkate aldığımızda, Merkez Bankası’nın sadece bankacılık kredilerini zorlaştırmaya çalışırken, diğer kredi kanallarını ise teşvik etmesi bir çelişkidir. Zira, Bir yandan munzam karşılıklar yoluyla Banka Kredilerinin maliyetleri yükseltilir iken, diğer yandan SPK tarafından halka arz seferberliğinin yürütülmesi arasında tutarlılık bulunmuyor.

Yarı resmi kredi kanalının bir alt kümesi olan Dış Finansma kanalları ise 1980’lı yıllara kadar resmi olarak devletler tarafından sağlanmakta iken son 25-30 yıl içerisinde giderek artan bir şekilde artık özel sektor tarafından sağlanıyor.

Daha önceki dönemlerde ulusal ekonomilerin temel dengesizliklerinden doğan finansman ihtiyacını giderme işlevini üstlenen sermaye hareketleri, giderek bu işlevinden uzaklaşarak, daha çok arbitraj kazancı kovalayan, spekülatif nitelikli para hareketlerine dönüştü. Yine son dönemlerde sermaye akımlarının vadesi kısalmış, daha oynak ve hareketli hale geldi. Yine bu dönemdeki sermaye akımlarının bir diğer özelliği de akımların resmi kaynaklardan özel piyasalara kaymış olması, ülkelerin resmi kanallardan doğrudan borçlanmasının yerini uluslararası piyasalardan borçlanmanın almış olmasıdır. Bu niteliksel değişimler sermaye akımlarının bileşimini de etkilemiş, gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımları içinde kısa vadeli sermaye ve portföy yatırımlarının oranı hızla büyüdü.

Gelişmekte olan ülkelere akan sermaye miktarı arttıkça bu ülkelerdeki yatırımların getirisinin gelişmiş ülkelerin düzeyine inmemekte, yani yatırımların getirileri arasında yakınlaşma eğilimi ortaya çıkmıyor. Tüm bunlar doğru olsa da, gelişmiş ve gelişmekte olan tüm ülkelerin bankacılık sektöründe, kredi riski artışı ortaya çıkıyor. Ancak, ortaya çıkan kredi risk artışının ortaya çıkaracağı negatif ya da pozitif etkiler, ilgili ekonominin gelişmiş ya da gelişmekte olduğuyla yakından ilgili. Gelişmiş ülkelerdeki riske maruz kredi pozisyon riski hem hacimsel olarak hem de milli gelir içerindeki paya göre gelişmekte olan ülkelerdeki seviyeden oldukça yüksek. Bu kapsamda, Türk bankacılık kesiminde de 2010 yılı ve sonrasında özellikle, işletme, KOBİ ve tüketici kredileri yoluyla genel kredi genişlemesi yaşanıyor ve kredi artış oranlarının, özkaynak artış oranlarının üzerinde seyrettiği görülüyor. Ancak ulaşılan seviye, Avrupa ve ABD bankacılık sistemindeki hacimler ve oranların hala altında. Ayrıca, Türk bankacılık kesiminin yüksek sermaye yeterlilik rasyosu, kredi kanalında yaşanabilecek risk realizasyonlarının önemli bir bölümünü karşılayacak yükseklikte. Bu açıdan, mevduat ve diğer kaynaklar üzerinden alınan ve üstelik faizlendirilmeyen munzam kalemleri; rekabeti bozucu ve örtülü bir vergi olup, eksik istihdamın giderilmesi yönündeki makro amaç ile çelişklidir. Ayrıca, resmi kanal içerisinde yer alan bankacılık kredilerinin zorlaştırılması, firmaların yarı resmi kanallara, yani dış finansman kanalına yönelme eğilimlerini daha da arttırır. Türkiye açısıdan esas risk özel sektörün kontrolsüz bir şekilde dış finansman kanalına yönelmeleri ve bu kanaldan sağlanmış olan fonların ulaştığı yüksek seviyedir.

Orhan öKMEN

JCR Eurasia Rating Başkanı

okmen@turcomoney.com

Yorum yok

Yorum Yazın

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

*

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.