Son Haberler

Biz, gökyüzüne bakmayı ne zaman bıraktık? 

-12 Temmuz 12’da James Webb Uzay Teleskobu’ndan gelen fotoğrafların yayınlanması beni sadece evrene bakışımı değil, kendi durumumuzu da düşündürmeye sevk etti. Kainatın yaratılışına doğru 14 milyar yıl öncesine uzanan izler bulmayı başaran Webb, yeni nebulalar, yeni galaksiler, yeni gezegenler, kara madde, kara delik, kara enerji gibi çok az bildiğimiz konularda da yeni bir devrin adımı sayılıyor. Webb Teleskobu, henüz aklımıza bile gelmeyen soruların cevaplarını bulmaya yardımcı olacak. Bu sebeple, yeniden gökyüzüne dikkatimizi çevirmeliyiz. 

Webb ile uzay teleskobu yarışı daha da hızlanacak görünüyor. Luvoir adıyla daha geniş ve üstün nitelikli bir projeye başlandı. Hubble 6.5 metre çapında, Webb’in 18 aynası var ve koruma panelleri ile birlikte basket sahası büyüklüğünde olmasına karşın Luvoir, 50 aynadan oluşan ve Webb’in 4 katı büyüklüğünde bir teleskop olacak. Muhtemel ki 2030’lu yılların ortasında uzaya gönderilecek.

Yaz geceleri, muhteşem gökyüzünü seyretmek için güzel fırsatlar sunuyor. Eğer yakında bir tatile çıkma şansı bulursanız, gece karanlığında gökyüzüne bakmanızı ve ardından bu yazıyı bir daha okumanızı tavsiye ederim.

Temmuz 12’de James Webb Uzay Teleskobu’ndan gelen fotoğrafların yayınlanması beni sadece evrene bakışımı değil, kendi durumumuzu da düşündürmeye sevk etti. Kendimi, neslimi, ülkemi ve insanlarımı…

Kainatın yaratılışına doğru 14 milyar yıl öncesine uzanan izler bulmayı başaran Webb, yeni nebulalar, yeni galaksiler, yeni gezegenler, kara madde, kara delik, kara enerji gibi çok az bildiğimiz konularda da yeni bir devrin adımı sayılıyor. Webb Teleskobu, henüz aklımıza bile gelmeyen soruların cevaplarını bulmaya yardımcı olacak. Bu sebeple, yeniden gökyüzüne dikkatimizi çevirmeliyiz.

Biz sadece, astronomi alanında yeni buluşlardan ve projelerden uzak kalmadık; biz geleceğimizi de kaybetmişiz. Binlerce yıldır gök bilimi, evrene bakış, ay, güneş veya yıldızlar kültürümüzde yer alıyordu. Mesela, Uygur Türkleri efsanesine göre; gök delinmişti, Ülker yıldızı bu deliği kapattı ve dünyayı kurtardı. Bu kadar detaylı bir anlatım, ancak derin bir astronomi kültürüyle izah edilebilir. Efsaneler, bir milletin kültür köklerine dair en kadim belgelerdir. İslamiyet’ten önceki inanışlarında ay, güneş ve gök  varlıkları o kadar önemliydi ki tanrı niteliğine yükseltilmiştir.

Bu gelenek İslamiyet’ten sonra da devam etti. Selçuklular, astronomiye dair önemli adımlar attılar. 1157 tarihinde kurulan Tokat’ta Yağıbasan Medresesi içinde kurulan gözlemevi hala kullanabilir niteliği ile ayaktadır.

ALİ KUŞÇU’NUN 1400’LERİN BAŞINDA KURDUĞU RASATHANE MÜZE OLARAK ZİYARETÇİLERE AÇIK

Uluğ Bey ve Ali Kuşçu matematik, fen bilimlerinin yanı sıra bütün dünyanın kabul ettiği öncü gök bilimi insanıydı. Semerkant’ta Uluğ Bey ve Ali Kuşçu’nun 1400’lerin başında kurduğu rasathane hala müze olarak ziyaretçilere açıktır.

Padişahın yakınında her zaman başvurabileceği bir gökbilimci yer alıyordu. Hezarfen Ahmet Çelebi’nin Galata Kulesi’nden uçmayı denemesi de gökyüzüne bir adım değil midir?

Bunları tarihin sayfalarında bıraksak bile Mustafa Kemal Atatürk’ün “İstikbal göklerdedir!” işaretini nasıl unuturuz?

Ali Kuşçu, Galileo, Hubble ve Webb… Her biri ayrı bir dönüm noktasıydı… Başını çevir bak şu engin evrene… Evreni anlama noktasında bir kabiliyetin yoksa, geleceğini kurma noktasında da varlığının bir anlamı yoktur…

EVRENDEKİ YERİMİZİ MERAK EDİYORUZ

Atalarımız, kayıtlı tarih boyunca gökyüzüne baktılar ve varlığımızın doğasını düşündüler. Bizim neslimiz da farklı değil. Acaba, günümüzde gece göğe bakma alışkanlığımızı kaybetmemizin sebebi şehir ışıklarının görüşümüzü engellemesi midir?

Şimdi, binlerce yıldır kozmosu inceliyor, evrendeki yerimizi merak ediyoruz. Antik Yunanlar bize evrenin merkezinde Dünya’nın olduğunu anlattılar. Beş yüz yıl önce, Kopernik Dünya’nın yerine, kozmosun kalbine Güneş’i koydu.

Ve yüzyıllardır yeni şeyler öğrendik. İtalyan bilim adamı Galileo Galilei, iki inçlik çok küçük teleskobunu gökyüzüne çevirdiğinden beri, ne zaman daha büyük teleskop yapsak, evren hakkında yeni şeyler öğrenip, istisnasız her seferinde keşifler yapıyoruz.

  1. yüzyılda evrenimizin genişlediğini ve güneş sistemimizin bu genişlemenin merkezinde olmadığını öğrendik. Çıplak gözlerimizle ancak 5 bin yıldız görebiliyoruz. Teleskop kullanmaya başlayınca bu sayının 100 milyon yıldızı aşabileceğini hesap ettik. Hubble Teleskobu ilk fotoğraflarını gönderdiğinde bilim adamları hayran kaldılar. Ve gözlemlenebilir evrenin yaklaşık 100 milyar galaksi ve her galaksinin de 100 milyar yıldız içerdiğini fark ettiler.

 ZAMAN YOLCULUĞUNA ÇIKMAK İSTEMEZ MİSİNİZ?

Teleskoplar zaman makinesi gibidir.  Zaman yolculuğuna çıkmak istemez misiniz? Yani uzayın ne kadar derinine bakarsak, zamanda da o kadar geriye gideriz. Aynı zamanda ışık kovası gibidirler, zira ışığı toplarlar. Yani kovamız ne kadar büyük, aynamız ne kadar geniş olursa, o kadar ışık görebilir, daha uzak geçmişe bakabiliriz.

Evet, son yüzyılda, evrende egzotik nesneler yani kara delikler olduğunu öğrendik. Öyle bir şey ki kara deliklerde fizik kanunlarının geçmediğini de öğrendik. Göremediğimiz kara madde ve karanlık enerjinin varlığından haberdar olduk.

İNSAN, ÇIPLAK GÖZLE ANCAK 5 BİN YILDIZ GÖREBİLİYOR, HUBBLE İLE BU SAYI 200 BİN GALAKSİYE ÇIKTI

Hatırlatmakta fayda var: İnsan çıplak gözüyle ancak 5 bin yıldız görebiliyor. Hubble ile bu sayı 200 bin galaksiye kadar genişledi. James Webb ise bu rakamı milyarlarca galaksiye kadar çıkarırken, bulutsu, karanlık madde, karanlık enerji, bulutsu ve spektograf analizleriyle bambaşka bir boyuta taşıyacak.

Maalesef, uzay teknolojisinin geldiği bu noktaya rağmen; evrenin yüzde 95’i hakkında hiçbir bilgimiz yok… James Webb’in yeni bir başlangıç yaptığını bu sebeple en başta ifade ettim. Ve bu yeni başlangıçta biz neredeyiz?

Durumun önemi şuradadır: Karanlık madde ve karanlık enerjinin evrendeki tahmini dağılımı da bize yeni şeyler anlatacak nitelikler taşıyorlar. Evrenin yüzde 74’ünü karanlık enerji, yüzde 22’sini karanlık madde doldururken; sadece yüzde 3,6’sını bildiğimiz anlamda atomlardan oluşan ve galaksiler arasında bulunan gazlar, yüzde 0,4’ünü ise yine bildiğimiz anlamda atomlardan oluşan 100 milyarlarca yıldız ve gezegenler vb. oluşturuyor.

Evet, görüş açımızı 100 kat artıran “James Webb Uzay Teleskobu”nun bize gösterdiği ve yukarıdan beri yazdığımız evren diye şimdiye kadar bildiklerimiz sadece binde 4’lük bir oranı gösteriyor.

Ya ötesi?

HER ÜLKENİN BİR UZAY PROGRAMI VAR

Webb ile uzay teleskobu yarışı daha da hızlanacak görünüyor. Luvoir adıyla daha geniş ve üstün nitelikli bir projeye başlandı. Hubble 6.5 metre çapında, Webb’in 18 aynası var ve koruma panelleri ile birlikte basket sahası büyüklüğünde olmasına karşın Luvoir, 50 aynadan oluşan ve Webb’in 4 katı büyüklüğünde bir teleskop olacak. Muhtemel ki 2030’lu yılların ortasında uzaya gönderilecek.

Sadece Webb Teleskobu değil; Malum Elon Musk’ın Mars Projesi, Çin’in Mars’a ve Ay’a uzay aracı göndermesi, Avrupa Uzay Ajansı’ın girişimleri, hatta Birleşik Arap Emirlikleri’nin uzay projeleri bize bir şeyler hatırlatmalıdır. Hint, İsrail, Şili ilk aklıma gelenler, neredeyse her ülkenin bir uzay programı var. Malum, Türkiye de bir Uzay Ajansı kurdu.

Kurumlar, insanlarla yaşar ve toplumlar ayakta kalır…

Bütün bu gelişmeler, sadece evreni daha iyi bilmek ve anlamakla sınırlı olmadığını düşünmemiz gerekiyor. İstikbal göklerdedir, yüzümüzü ve aklımızı tekrar gökyüzüne çevirmenin zamanı geldi.

Zuhal Mansfield 

TMG Dış Ticaret Madencilik Yönetim Kurulu Başkanı

mansfield@turcomoney.com

 

Yorum yok

Yorum Yazın

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

*

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

İlgili Haberler

Site Haritası