Son Haberler

Merkez Bankası’nın işlemleri, döviz kurlarının artmasına sebep oluyor

Türkiye de ücret zammı, fiyat artış sarmalına dönmüş durumda. Ücret zamlarının kaybedilen satın alma gücünü telafi etmesi, artık söz konusu olmaktan çıktı. Hayatın her alanını ilgilendiren yapısal ve yapışkan sorunlar çözülmeden ekonomik tedbirler artık işe yaramıyor. Düşük olan ve ancak eşit olmayan seviyelerde yapılan ücret zamları, emekli, memur, asgari ücretli kesimlerin arasında refah farklığı yaratıyor ve toplumsal adaleti bozuyor.

Kur Korumalı Mevduat (KKM) kur giderlerinin Hazine’den Merkez Bankası’na aktarılması, para politikasının enflasyonla mücadele gücünü zayıflatacaktır. Vergi gelirlerindeki artışların kamu maliyesindeki artan harcamaları karşılama gücü hala zayıftır. Esasen kamusal harcamaların düşürülmesi, büyük kamusal yatırımların ertelenmesi, ciddi tasarruf tedbirlerinin alınması ve kayıt dışılığın zayıflatılması gerekiyor.

Artan vergiler, satın alma gücünde devam eden erozyonu daha da derinleştirecek. En önemlisi, artış yoluyla sağlanacak vergi gelirlerinin harcanmasında gerekli tasarrufların sağlanmaması halinde öncelikle kamusal riskler daha da artacak. Düşük kaliteli, geri teknolojili, düşük verimli büyüme problemine ilişkin dönüştürücü önlemler şu ana kadar hep gündem dışı kaldı. Türkiye’nin geleceğini daha da bozacak olan eğitim alanındaki kalite düşüklüğü ve çağ dışı fikirsel denemeleri giderek artıyor.  

Yıl sonuna kadar ilave zamlar yapılmasa dahi, Temmuz ayında ÖTV artışları yoluyla akaryakıt fiyatlarına yapılan zamların kümülatif etkisi, dolaylı yansımalarıyla birlikte yıllık bazada en az 7 puan olacağı daha şimdiden aşikardır. Esasında Temmuz ayına sıkıştırılan yüksek oranlı akaryakıt zamları, seçim öncesinde halının altına süpürülerek ertelenen ve seçim sonrasına bırakılan gecikmiş artışlardır. Bunun tek sebebi, son yıllarda uygulanan ekonomi yönetimindeki ve faiz politikalarındaki paradigma yanlışlığıdır.

-Temmuz ayına sıkıştırılan yüksek oranlı akaryakıt zamları, seçim öncesinde halının altına süpürülerek ertelenen ve seçim sonrasına bırakılan gecikmiş artışlardır. Tek sebebi, son yıllarda uygulanan ekonomi yönetimindeki ve faiz politikalarındaki paradigma yanlışlığıdır. Akaryakıt fiyatlarında yapılan bu artışlar, bugünden itibaren her türlü mal ve hizmet grubundaki kalemlere hızlıca yansıyacaktır. Akaryakıt zamları dahil son yapılan genel zamlarla 2023 enflasyonu %60’ın üzerine çıkacaktır.  

-Uluslararası fonların Türk ekonomisine yönelmesi için bozulmuş yatırım ortamının düzeltilmesi yerine, özellikle hukukun önemli olmadığı ülkeler nezdinde biraz da şahsi ilişkilerle yürütülen fon temini çalışmaları ekonomiye kalıcı çözüm sağlayamayacaktır. Türkiye ekonomisinde rasyonaliteye dönüş denilse de hala uygulanan kur ve faiz politikası fiyatlama davranışlarını bozmaya devam ediyor. Zira kurlar sertçe yükselmeye ve enflasyonu artmaya devam ediyor.

-Mevcut konjonktürde faiz ve vergilerin aynı anda artırılması, ciddi bir kafa karışıklığının sonucudur. Zira hem fiyat istikrarsızlığı artacak hem de büyüme olumsuz etkilenecektir.   Ekonomik büyümenin devamlılığında fiyat-ücret sarmalı en büyük risklerden biridir. Para politikasında faktörel dengeler arasındaki çıpalar kaybolduğu için enflasyonla mücadele çok geri plana itildi. Sürekli artan fiyatlar karşısında, ücretler de periyodik olarak ardı sıra artırılıyor. Türk ekonomisi, bu haliyle sürdürülemez durumdadır.      

-Son günlerdeki kur artışlarının sebebi Merkez Bankası işlemleridir. Döviz kurunun yükselişini durdurmak için çıkarılan Kur Korumalı Mevduat uygulamasının Merkez Bankası bacağı, bu kez bizzat kur artışlarına yol açıyor. Merkez Bankası’nın döviz alımları hem döviz kurlarının yukarı gitmesine ve hem de bankacılık kesiminin elindeki TL likiditenin artışına sebep oluyor. Düşen piyasa faizleri tekrar döviz talebini tekrar artırıyor. KKM nedeniyle Merkez Bankası, bankalara aktardığı kur farklarıyla yine bankacılık kesiminin likiditesi artıyor.

-Enflasyon beklentilerinin artmasına rağmen, mevduat faizlerinin düşmesini sağlayan uygulamalar, sıkı para politikası ile örtüşmüyor. %25-%30 seviyelerine düşen mevduat faizlerinin %58 olarak beklenen enflasyon hedefiyle uyumlu olduğuna ilişkin açıklama matematik ve mantık temelinden yoksundur. Merkez Bankası’nın yeni yönetimi tarafından da tasarrufların cezalandırılma süreci devam ettirilecek. Artan kredi faizleri ile politika faizi arasında kredi lehine büyüyen açığa ilişkin sessizlik, önemli bir politika çelişkisidir.

Enflasyonda baz etkisi sürecinin bitmesi, artan kur geçişkenliğinin yeniden başlaması, yapılmayan zamların ve vergi artışlarının yapılması eş zamanlı olarak Temmuz ayında çakıştığı için enflasyon tekrar yukarı yöne evrildi. Türkiye de ücret zammı, fiyat artış sarmalına dönmüş durumda. Ücret zamlarının kaybedilen satın alma gücünü telafi etmesi artık söz konusu olmaktan çıktı. Hayatın her alanını ilgilendiren yapısal ve yapışkan sorunlar çözülmeden ekonomik tedbirler artık işe yaramıyor. Genel olarak düşük olan ve ancak eşit olmayan seviyelerde yapılan ücret zamları, emekli, memur, asgari ücretli kesimlerin arasında refah farklığı yaratıyor ve toplumsal adaleti bozuyor.

Kur Korumalı Mevduat (KKM) kur giderlerinin Hazine’den Merkez Bankası’na aktarılması, para politikasının enflasyonla mücadele gücünü zayıflatacaktır. Vergi gelirlerindeki artışların kamu maliyesindeki artan harcamaları karşılama gücü hala zayıftır. Esasen kamusal harcamaların düşürülmesi, büyük kamusal yatırımların ertelenmesi, ciddi tasarruf tedbirlerinin alınması ve kayıt dışılığın zayıflatılması gerekiyor. Kurumlar vergisinde yapılan artışların, içinde bulunulan faaliyet yılını da kapsayacak şekilde başlatılmış olması, enflasyon yaratacak özellikte olup, kısa vadede üretim yapısını ve piyasa dengelerini negatif yönde değiştirecek niteliktedir.  Ayrıca, ÖTV artışıyla akaryakıt fiyatlarında oluşacak yük; tarım, sanayi ve bilumum üretim alanlarında TÜFE bazlı artışlara yol açacaktır.

VERGİLER, SATIN ALMA GÜCÜNDE DEVAM EDEN EROZYONU DAHA DA DERİNLEŞTİRECEK

Artan vergiler satın alma gücünde devam eden erozyonu daha da derinleştirecektir. En önemlisi, artış yoluyla sağlanacak vergi gelirlerinin harcanmasında gerekli tasarrufların sağlanmaması halinde öncelikle kamusal riskler daha da artacaktır. Düşük kaliteli, geri teknolojili, düşük verimli büyüme problemine ilişkin dönüştürücü önlemler şu ana kadar hep gündem dışı kaldı. Türkiye’nin geleceğini daha da bozacak olan eğitim alanındaki kalite düşüklüğü ve çağ dışı fikirsel denemeleri giderek artıyor.

Düşük kaliteli ve anti çevresel büyümenin bu şekilde devam etmesi, birkaç yıl içerisinde Türkiye’nin demografik ve coğrafik avantajlarını vasat seviyenin dahi altına düşürecektir.  Negatif faiz alanının sıfırlanması yerine bir miktar daraltılması, sorunlara hiçbir şekilde çözüm getirmeyecektir. Son faiz artışının ekonomi üzerinde pozitif bir etki sağlayamamasının nedeni negatif faiz alanının dışına çıkamamış olmasıdır.  Giderek daha da fazla yaygınlaşan yolsuzluk ve kayıt dışılığın yok edilmesi için herhangi bir çözüm üzerinde düşünülmemesi Türkiye’nin vergi tabanını ve vergi adaletini zayıflatıyor.  Uluslararası döviz rezerv birikiminde başlayan artış kanallarını kesintiye uğratacak ve döviz satışını tekrar başlatacak uygulamalardan önemle kaçınılması gerekir.

VERGİ GELİRLERİNİN MİLLİ GELİR İÇİNDEKİ PAYI YÜZDE 30’LARA ÇIKARTILMALI

Türkiye’de vergi gelirlerinin milli gelir içerindeki %16 civarındaki payının en az %30’lara çıkartılması hedeflenmelidir. Kamu harcamaları artarken, daralan vergi tabanı kamu mali dengelerinde sistemik ve yapışkan bir sorun haline geldi. Sağlık sistemine, askeri harcamalara, emeklilik başta olmak üzere genel sosyal güvenlik alanlarına, deprem ihtiyaçlarına, sübvansiyonlara, gerekçesi olmayan birçok transfer harcamalarına yönelik giderler ciddi yükler getiriyor. Diğer taraftan, aflar, kayıt dışılıklar, objektif gerekçesi olmayan bazı istisna ve muafiyetler nedeniyle vergi tabanında oluşan sızıntılar, vergi yayınlaşmasını önlüyor. Zira, vergi gelirlerinin milli gelir içindeki payı karşılaştırılmalarında Türkiye birçok ülkenin gerisinde kalıyor ve bu fark giderek artıyor.

SON YAPILAN ZAMLARLA 2023 ENFLASYONU YÜZDE 60’IN ÜZERİNE ÇIKACAK

Yıl sonuna kadar ilave zamlar yapılmasa dahi, Temmuz ayında ÖTV artışları yoluyla akaryakıt fiyatlarına yapılan zamların kümülatif etkisi, dolaylı yansımalarıyla birlikte yıllık bazada en az 7 puan olacağı daha şimdiden aşikardır. Esasında Temmuz ayına sıkıştırılan yüksek oranlı akaryakıt zamları, seçim öncesinde halının altına süpürülerek ertelenen ve seçim sonrasına bırakılan gecikmiş artışlardır. Tek sebebi, son yıllarda uygulanan ekonomi yönetimindeki ve faiz politikalarındaki paradigma yanlışlığıdır. Akaryakıt fiyatlarındaki oynaklığının diğer mal ve hizmetlere yansıma yaygınlığı oldukça yüksektir.  Dolayısıyla akaryakıt fiyatlarında yapılan bu artışlar, bugünden itibaren her türlü mal ve hizmet grubundaki kalemlere hızlıca yansıyacaktır. Akaryakıt zamları dahil son yapılan genel zamlarla 2023 enflasyonu %60’ın üzerine çıkacaktır.  Bu seviyenin altındaki öngörü ve beklentiler gerçekçi değildir. Düşük enflasyon beklentilerine dayanılarak politika faizinde yeterli artışların yapılmaması patra politikasının bozulmuş kalitesini ve pozitif etkisini düzeltemez. Eş zamanlı olarak kamusal harcamalarda ciddi bir tasarruf başlatılmadan, dolaylı vergileri artırarak rasyonellik adı altında mali disiplini sağlamaya çalışmak, esasında kamusal bencillik ve pozitif işlevi düşük bir önlemdir. Bu zamların enflasyonist etkisi daha fazla olacaktır. Ayrıca bu yolla optimum bir bütçe dengelenmesi, sağlıklı ve denetlenebilir bir kamusal harcama mekanizması oluşturulamayacaktır. Ek bütçe yoluyla sağlanması beklenen gelirlerin nerelere ve ne için harcanacağı konusunda şeffaflık bulunmuyor.

ŞAHSİ İLİŞKİLERLE YÜRÜTÜLEN FON TEMİNİ ÇALIŞMALARI, EKONOMİYE KALICI ÇÖZÜM SAĞLAMAZ

Uluslararası fonların Türk ekonomisine yönelmesi için bozulmuş yatırım ortamının düzeltilmesi yerine, özellikle hukukun önemli olmadığı ülkeler nezdinde biraz da şahsi ilişkilerle yürütülen fon temini çalışmaları ekonomiye kalıcı çözüm sağlayamayacaktır. Türkiye ekonomisinde rasyonaliteye dönüş denilse de hala uygulanan kur ve faiz politikası fiyatlama davranışlarını bozmaya devam ediyor. Zira kurlar sertçe yükselmeye ve enflasyonu artmaya devam ediyor. Kurların yükseldiği, sarmal ücret artışlarıyla talebin desteklendiği bir ortamda yapılan vergi artışları mutlak surette enflasyonun daha da artmasına yol açacaktır. Bu iktisadi kuralın göz ardı edilmesinin anlamı, enflasyonla mücadeleden ziyade, seçimler nedeniyle ertelenen harcamaların ve açıkların karşılanması amacıyla bütçe gelirlerinin artırılmasının ve büyümenin ön plana alınmış olmasıdır.

FİYAT-ÜCRET SARMALI, EN BÜYÜK RİSKLERDEN BİRİSİ

İhtiyacın çok çok altında kalmış olsa bile, faiz artışlarının yapıldığı veya gündemde olduğu bu döngüsel süreçte, eş zamanlı olarak vergi oranlarının da artırılması, satın alma gücünü düşürerek geniş toplumsal kesimler açısından hayat pahalılığını artıracağı kaçınılmaz olacaktır.   Mevcut konjonktürde faiz ve vergilerin aynı anda artırılması, ciddi bir kafa karışıklığının sonucudur. Zira hem fiyat istikrarsızlığı artacak hem de büyüme olumsuz etkilenecektir.   Ekonomik büyümenin devamlılığında fiyat-ücret sarmalı en büyük risklerden birisi olarak hala devam ediyor. Para politikasında faktörel dengeler arasındaki çıpalar kaybolduğu için enflasyonla mücadele çok geri plana itildi. Sürekli artan fiyatlar karşısında, ücretler de periyodik olarak ardı sıra artırılıyor. Türk ekonomisinin sürdürülemez oluşu bu fasit daire içerindeki öngörü noksanlıklarındadır.

SON GÜNLERDEKİ KUR ARTIŞLARININ SEBEBİ, MERKEZ BANKASI İŞLEMLERİDİR

Cari konjonktürde, çıktı açığının negatife dönüştürülmesine izin verilmez ise enflasyon dinamikleri zayıflamayacak ve para politikasının kredibilitesi tekrar sağlanamayacaktır.  Negatif çıktı açığı ve kredibilite sağlanmadan enflasyon ataleti denilen fiyatlama davranışları asla düzelemez.  Son günlerdeki kur artışlarının sebebi Merkez Bankası işlemleridir. Döviz kurunun yükselişini durdurmak için çıkarılan Kur Korumalı Mevduat uygulamasının Merkez Bankası bacağı, bu kez bizzat kur artışlarına yol açıyor. Merkez Bankası’nın döviz alımları hem döviz kurlarının yukarı gitmesine ve hem de bankacılık kesiminin elindeki TL likiditenin artışına sebep oluyor. Düşen piyasa faizleri tekrar döviz talebini tekrar artırıyor. Dolayısıyla, son günlerdeki kur artışlarının sebebi Merkez Bankası’dır. KKM nedeniyle Merkez Bankası, bankalara aktardığı kur farklarıyla yine bankacılık kesiminin likiditesi artıyor. Bankacılık kesiminin elindeki likidite artışı ise TL’nin piyasa faizlerinde düşme hali yaratıyor. Merkez Bankası politikaları yatırımcı güveninin sağlanması hususundaki başarısızlığı halen devam ettiği için, kur ve fiyatlama davranışlarındaki bozulma hali de aynen devam ediyor.

Para ve maliye politikalarına ilişkin paradigma değişimindeki başarı düşüklüğünün temel nedeni, uygulamaların kademeli olarak devreye alınması ve zayıf değişim hızıyla potansiyel etkilerinin daha işin başında sönümlendirilmesine yol açılmasıdır. Kademeli yaklaşım, düşük hız profilli politikalar ve düşük faiz taraftarlığının yönetime hâkim olması, yatırımcı güveninde, risk belirsizliğinin ve kırılganlıkların azaltılmasında düzeltici-düzenleyici faktörlerin harekete geçirilmesine katkı sağlayamıyor.

DÜŞEN PİYASA FAİZLERİ, DÖVİZ TALEBİNİ TEKRAR ARTIRIYOR

Piyasalar, para ve maliye politikalarında başlayan mantık ve yönetim değişiminin devam etmeyeceğini, yerel seçimler nedeniyle belirli bir süre sonra kesintiye uğrayacağını varsayıyor. Yatırımcılar nezdinde bu türlü inanca yol açan atmosferin, interaktif iletişimlerle değiştirilmezse politika değişikliklerinin etkisi hep zayıf kalacaktır.  Piyasalardaki TL ve döviz likiditesindeki hızlı değişikliklerin sebebi Merkez Bankası’nın uygulama değişikliklerini tek yanlı devreye almasıdır. Örneğin, döviz kurunun yükselişini durdurmak için çıkarılan Kur Korumalı Mevduat ürünü nedeniyle, Merkez Bankası tarafından bankalara kur farkı adı altında sağlanan TL likiditesi bizzat kur artışlarına yol açıyor. Ayrıca Merkez Bankasının döviz alımları hem döviz kurlarının yukarı gitmesine ve hem de bankacılık kesiminin elindeki TL likiditenin artışına sebep oluyor. Dolayısıyla likidite fazlası olarak bankalara yansıyan kaynakların da Merkez Bankası tarafından eş zamanlı olarak sterilize edilmesi gerekiyor. Düşen piyasa faizleri, döviz talebini tekrar artırıyor.

TASARRUF SAHİPLERİ, CEZALANDIRILMAYA DEVAM EDİYOR

Enflasyon beklentilerinin artmasına rağmen, mevduat faizlerinin düşmesini sağlayan uygulamalar, sıkı para politikasının içeriğiyle örtüşmüyor. %25-%30 seviyelerine düşen mevduat faizlerinin %58 olarak beklenen enflasyon hedefiyle uyumlu olduğuna ilişkin açıklama matematik ve mantık temelinden yoksundur. Merkez Bankası’nın yeni yönetimi tarafından da tasarrufların cezalandırılma süreci devam ettirilecektir. Mevduat faizlerinin düşmesinin doğru görülmesine rağmen, artan kredi faizleri ile politika faizi arasında kredi lehine büyüyen açığa ilişkin sessizlik, önemli bir politika çelişkisidir. Bu, tasarruf sahiplerinin cezalandırılmasına devam edileceğini gösteriyor.

HALA ETKİLİ BİR SIKILAŞTIRMA POLİTİKASI BULUNMUYOR

Esasen % 58 olarak açıklanan enflasyon hedefi düşük kaldı. Zira enflasyon beklentisi %58’ler civarına artırılsa da hala olması gerekenden daha düşük açıklandı. Zira tüm veriler 2023 yıl sonu enflasyonunun %65-70 aralığına ulaşacağını işaret ediyor.  MB tarafından iki yıla yakın bir süre için Türkiye’nin yüksek enflasyonla yaşayacağının öngörülmesi, politika yapımında yerel seçimlerin dikkate alındığını gösteriyor. Enflasyonun bu kadar uzun bir süreye yayılmasının temelinde faiz oranlarının kademeli artışı yatıyor. Beklenen enflasyonla politika faizinin arasında 3 kattan fazla bir fark var ise, politika faizinin yanlış ve düşük bir seviyede olduğunun en bariz göstergesidir. Dolayısıyla ortada hala etkili bir sıkılaştırma politikası bulunmuyor.

GSYH YANLIŞ ÖLÇÜLÜYOR, GÖZLENEMEYEN POTANSİYEL GSYH VE ÇIKTI AÇIĞI DOĞRU TAHMİN EDİLEMİYOR

Ekonomideki toplam arz ve toplam talep arasındaki dengesizliğin seviyesi enflasyonist politikalar açısından doğru olarak tespit edilemiyor. Zira, Türkiye ekonomisinin mevcut/gerçek GSYH’sı yanlış ölçüldüğü için, gözlenemeyen potansiyel GSYH’sı ve ÇIKTI AÇIĞI da doğru tahmin edilemiyor ve pozitif/negatif çıktı açıklarının alanları da birbirlerine karışıyor.   Enflasyonla mücadelede faizler, döviz kurları, rezervler, beklentiler, menkul kıymetlerden oluşan bir set, bütüncül yaklaşımın sadece bir kısmıdır. Hukuk, kamusal tasarruf başta olmak üzere bütüncül yaklaşımın tüm faktörleri enflasyonla mücadelede devreye alınmama hali devam ediyor. Dezenflasyonun başlatılması, enflasyon beklentilerinin çıpalanması, fiyatlama davranışlarındaki bozulmanın kontrol altına alınması, piyasa mekanizmalarının işlevselliğinin artırılması için sadece parasal sıkılaştırma sürecinin devam ettirilmesi yeterli olamaz. Bütüncül yaklaşımın tüm faktörleri enflasyonla mücadelede devreye alınmadığı için enflasyon beklentilerinin yeniden çıpalanmasının zorluğu devam edecek, dezenflasyon döneminin başlaması gecikecektir. Tüm bu nedenlerle de enflasyon ataleti kırılamayacaktır.

MEVDUAT FAİZ ORANLARININ DÜŞÜK POLİTİKA FAİZİNE YAKINLAŞTIRILMAYA ÇALIŞILMASI DOĞRU SIKI PARA POLİTİKASI ARACI OLAMAZ

Tasarruf mevduatı faiz oranlarının, beklenen yüksek enflasyon seviyesine olan uzaklığı anlamlı bir şekilde artırılmayan düşük politika faizine yakınlaştırılmaya çalışılması, mevcut konjonktürde doğru bir sıkı para politikası aracı olamaz. Ayrıca bu yönlü uygulama döviz talebini canlandıracak olan hatalı bir uygulamadır.  Son günlerdeki kur artışlarının sebebi Merkez Bankası işlemleridir. Döviz kurunun yükselişini durdurmak için çıkarılan Kur Korumalı Mevduat uygulamasının Merkez bankası bacağı bu kez bizzat kur artışlarına yol açıyor. Merkez Bankası’nın döviz alımları hem döviz kurlarının yukarı gitmesine ve hem de bankacılık kesiminin elindeki TL likiditesinin artışına sebep oluyor. Ayrıca KKM nedeniyle Merkez Bankası, bankalara aktardığı kur farklarıyla yine bankacılık kesiminin likiditesi artıyor. Bankacılık kesiminin elindeki likidite artışı ise TL’nin piyasa faizlerinde düşme hali yaratıyor. Düşen faizler de tekrar dövize talebini artırıyor. Dolayısıyla, kur artışlarının sebebi Merkez Bankası’dır. Para politikasında sıkılaşma, kur oynaklıklarının seviyesini sınırlayamaması, uygulanan para politikasının yanlış, eksik veya gereğinden fazla yavaş hızda kurgulandığının işaretidir.

Orhan Ökmen

Sesmir Yönetim Kurulu Başkanı

okmen@turcomoney.com

Yorum yok

Yorum Yazın

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

*

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

İlgili Haberler

Site Haritası