Son Haberler

Ticaret savaşlarının arka planı… 

– Kapitalizmin en önemli içsel çelişkisi kâr oranlarının düşme sürecinin yarattığı bunalımdır. Kâr peşinde koşan kapitalistin tüm olasılıkları tüketmeye başlaması, arzuladığı yüksek kâr oranlarını sağlayacak önemli bir dışsal değişkene bağımlılığı artırır. Söz konusu dışsal değişken verimlilik artışlarını yaratacak teknolojik gelişmedir. Sanayi Devrimi sonrasında defalarca görülen bir olgu olarak teknolojik atılım kapitalizme refah, güç ve tabii ki yüksek kâr imkânı getirdi.

Bugün dış ticaretin ülkeleri sömürdüğünü ileri sürenler, ekonomiler dışa kapandıkça ortaya çıkacak verimlilik sorunlarıyla çok daha büyük refah kayıpları yaşanacağından bahsetmiyorlar. Zaten bu tip bir ekonomik açıklama yerine politik bir argüman ile insanların karşısına çıkacaklar ve refah kayıplarını düşmanların komplolarıyla açıklayacaklardır. Esasen sorun Trump değil, toplumların zihniyetindeki krizdir. Psikopolitik bir sorunla karşı karşıyayız. Sorun çok ağır ve karmaşık bir hal aldı.

Bu yazıda Trump ile anılan ticaret savaşlarının arka planına bakmaya gayret edeceğim. Kanımca, üç husus burada dikkat çekici olacaktır: Kapitalizmin içsel çelişkileri, ticaret serbestisi sorunsalı ve politik güce duyulan tutku.

1-Öncelikle vurgulamak yerinde olacaktır ki, kapitalizmin en önemli içsel çelişkisi kâr oranlarının düşme sürecinin yarattığı bunalımdır. Kâr peşinde koşan kapitalistin tüm olasılıkları tüketmeye başlaması, arzuladığı yüksek kâr oranlarını sağlayacak önemli bir dışsal değişkene bağımlılığı artırır. Söz konusu dışsal değişken verimlilik artışlarını yaratacak teknolojik gelişmedir. Sanayi Devrimi sonrasında defalarca görülen bir olgu olarak teknolojik atılım kapitalizme refah, güç ve tabii ki yüksek kâr imkânı getirdi. Buradaki içsel çelişki, kapitalist makinanın kaptanı konumundaki dinamik girişimcinin söz konusu dışsal değişimi ortaya çıkartmaktan bizatihi uzak kalmasıdır. Dolayısıyla sistemin sürükleyici aktörü olarak görülen girişimcinin bir noktadan sonra eli kolu bağlanıyor ve kendisi bir çelişkinin aktörüne dönüşüyor. Bu çelişkinin aşılmasında, özellikle 20’nci yüzyılda, serbest ticaret, dış yatırımlar ve sermaye hareketleri gibi araçlar kriz riskini aşmaya yarayacak çözümler olarak görüldü. İçinde bulunduğumuz dönemde ise bu çözümlerin kârların azalması sorununa artık deva olamadığı düşülmeye başlanmış olmalıdır ki ticaret serbestisinin ve küresel finansallaşmanın mimarı olarak ABD yeni bir sistem kurulmasına yönelik adımlar atıyor. Bu senaryonun ilk adımı ise tahmin edileceği üzere ticaret serbestisinin askıya alınmasıdır.

DIŞ TİCARETİN ÜLKELERİ SÖMÜRDÜĞÜNÜ İLERİ SÜRENLER, BÜYÜK REFAH KAYIPLARI YAŞANACAĞINDAN BAHSETMİYOR

2-İktisadi liberalizmin öne çıkan iddialarından biri, ticaret serbestisinin söz konusu ticarete katılan tüm taraflar için kazanç getirmesidir. Bu iddia genellikle bir ideolojik argüman olarak algılanıyor. Oysa Adam Smith’in dış ticarete dair yaklaşımında somutlaştığı üzere dış ticaret serbestisi, tüm ülkeleri verimlilik ilkesi etrafında bir araya getiren bir mekanizmanın bileşenidir. Her ülkenin kendi ihtiyaçlarını üretmek için çabalaması ve otarşi peşinde koşması liberalizm öncesi dünyanın rasyonalitesidir. Smith ise, her ülkenin piyasa mekanizmasının otomatik düzenleyiciliği ile ortaya çıkan uluslararası işbölümünde yer alabileceğine dair bir vizyon ortaya koyar. Söz konusu işbölümünde her ülke diğerlerine bağımlıdır. Başka bir ifadeyle karşılıklı bağımlılık söz konusudur, ancak verimlilik ilkesinin öne çıkmasıyla tüm dünyanın kaynakları en etkin şekilde kullanılacak ve uluslararası piyasa üzerinden her ülke birbirini tamamlarken toplam refah da olabilecek en üst düzeyine çıkacaktır. Bugün dış ticaretin ülkeleri sömürdüğünü ileri sürenler, ekonomiler dışa kapandıkça ortaya çıkacak verimlilik sorunlarıyla çok daha büyük refah kayıpları yaşanacağından bahsetmiyorlar. Zaten bu tip bir ekonomik açıklama yerine politik bir argüman ile insanların karşısına çıkacaklar ve refah kayıplarını düşmanların komplolarıyla açıklayacaklardır.

SORUN TRUMP DEĞİL, TOPLUMLARIN ZİHNİYETİNDEKİ KRİZDİR

3-Son olarak sürecin politik boyutuna bakmak yerinde olacaktır. Esasen sorun Trump değil, toplumların zihniyetindeki krizdir. İsterseniz psikopolitik bir sorunla karşı karşıya olduğumuz iddia edilebilir. Yaşanan sorunlar, örneğin işsizlik, refah kaybı, sanayisizleşme, gelir eşitsizliği, göçmenler, iklim krizi vb. içinden çıkılmaz bir görünüm arz ettiğinde, insanlar bir tür regresyon yaşama arzusuyla geçmişe, güzel günlere sığınmaya çalışırlar. Burada sorunun ne kadar büyük olduğu bir kere daha fark edilmelidir. Sorun o kadar ağır ve karmaşık bir hal aldı ki, söz konusu arayış bizi çok eskilere götürebiliyor. Ne kadar eski? Denilebilir ki premodern dünyanın zihni koşullarına dönecek kadar eski. İlerlemenin, özgürlüğün, uzmanlaşmanın kendisine yaşam alanı bulabildiği dönemin de öncesine gidecek kadar eski. Tüm sorunların güç ile çözülebileceğinin düşünüldüğü çağlara dönme arzusuyla karşı karşıyız. Öyle ki toplumlar şöyle düşünmeye başlıyorlar: Herkes bize karşı, bizi yok etmek istiyorlar, var olmak için güçlü olmalıyız, gücü tahkim etmeli, çoğaltmalı ve bizi yok edecek olanlara karşı hemen kullanmalıyız. Böyle bir zihniyetin güçlendiği dönemde öne çıkacak olanlar ise tahmin edileceği üzere politikacılardır. Çünkü teknik alanların uzmanları size korkularınızın yersiz olduğunu söyleyebilirler, çözümlerin çok zaman alacağını iddia edebilirler ve dahası çok teknik bir dille anlaşılması zor biçimde konuşurlar. Oysa politikacılar öyle mi? Onların en büyük meziyetlerinden biri retorik üstünlükleridir. Yaklaşan tehlikeleri ve alınması gereken tedbirleri çok basit bir dille gözler önüne sererler. Ve dahası akla değil, daha ziyade duygulara hitap ederler. Atomize olmuş bireylerin ve yığınlaşmış toplumların böylesi karmaşık sorunlar karşısında kimleri dinleyeceğini düşünürsünüz?

GERÇEK ORTAYA ÇIKANA KADAR HER YOL DENENECEK

Sorunun cevabı bellidir: Dünya içinde bulunduğu dekadans çağını kapatmak üzere politik gücün her şeyi çözeceğine ve kahramanların kurtuluş getireceğine inanmak isteyecektir. Ancak, tarih defalarca göstermiştir ki güç etkili olduğu kadar sınırlıdır da. Herkese her istediğinizi sürekli yaptırma hayaline yetecek kadar kaynak kimseye nasip olmaz.

Ne yazık ki bir kez daha bu gerçek ortaya çıkana kadar her yol denenecektir. Dolayısıyla bir önceki yazının bittiği gibi bitirebiliriz sözlerimizi: Homo homini lupus.

Doç. Dr. Ertuğrul KIZILKAYA

İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi

kizilkaya@turcomoney.com

Yorum yok

Yorum Yazın

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

*

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

İlgili Haberler

Site Haritası