Son Haberler

Sağlık krizinden yönetim krizine: Nereye dünya?

-Ekonomik kriz Covid-19’un da etkisiyle bir türlü yatışmıyor, hemen tüm bireyleri derinden etkilemeye devam ediyor. Artık neredeyse her gün dünyayı, ülkemizi, ailemizi veya kendimizi doğrudan etkileyen bir kriz durumu içerisinde yaşıyoruz. Çünkü elimizde binlerce yıldır insanın hor kullanmasıyla her bakımdan yorulmuş bir dünya var.

-Şurası muhakkak ki Covid-19’un da tetiklemesiyle artık dünya eskisi gibi olmayacak. Bugünün sorunları, dünün çözümleridir veya bugünün çözümleri yarının sorunlarıdır diyen yönetim gurusu Peter Drucker her halükarda haklı çıkacak. Bu krizler tesadüf değil; doğası, kurumları yıpranmış, yorulmuş bir dünyada doğal olarak ortaya çıkıyor.

-Eskinin çalışan reçeteleri artık işe yaramıyor. Yeni düzen bütün haşmetiyle, henüz ortaya çıkmış olmadığından da bu durum haliyle devamlı kriz ortamını körüklüyor. Salgının derinleştirdiği ekonomik krize ülke yönetimlerinin getirdiği çözümler bilimsellikten, geniş halk kitlelerinin menfaatinden ne kadar uzaksa etkililikleri de o derecede sınırlı oluyor.

-Acaba ulus-devletler ve siyaset kurumu bir zihniyet dönüşümü gerçekleştirip asırlardır ötekileştirdikleri toplumlar ve unsurlar için bu kadar radikal bir tutum değişikliği içine girebilecekler mi? Böyle bir yaklaşım yaparak şu anda az ya da çok yaşadıkları yönetim krizini aşabilecekler mi veya şimdiye dek hep yaptıkları gibi kutuplaşmayı körükleyerek yönetim krizini azdıracaklar mı?

Covid-19 hiç şüphe yok ki insanlığın son yüzyılda karşılaştığı en önemli sağlık krizi. İklim krizi, göç ve sığınmacı krizi, ekonomik kriz zaten bizimle beraberken başlayan salgın ülke ve kurumları derinden sarstı ve şimdilerde her toplumu veya topluluğu, bireyleri değişik derecelerde etkileyen yönetim krizine de yol açmaya başladı. Artık hepimiz ister istemez soruyoruz; nereye gidiyoruz?

Benim Mahşerin Dört Atlısı diye tanımladığım, yukarıda saydığım krizlerin artık tesadüf eseri ortaya çıkmadığını ve kolay geçip gitmeyeceklerini biliyoruz. Öyle ki, sürekli bir yerlerde depremler oluyor, yanardağlar patlıyor. Aynı ülkenin bir bölgesi sıcaktan kavrulurken diğerini seller götürüyor. Dünya tarihinde göçler hep oldu ama şu sıralarda rekor sayıda milyonlarca insan, mülteci veya sığınmacı durumunda.

Ekonomik kriz Covid-19’un da etkisiyle bir türlü yatışmıyor, hemen tüm bireyleri derinden etkilemeye devam ediyor. Artık neredeyse her gün dünyayı, ülkemizi, ailemizi veya kendimizi doğrudan etkileyen bir kriz durumu içerisinde yaşıyoruz. Çünkü elimizde binlerce yıldır insanın hor kullanmasıyla her bakımdan yorulmuş bir dünya var.

KURUMLAR, YÖNTEMLER HATTA DEĞERLER BU KRİZLERLE MÜCADELEDE FAZLA BİR YARAR SAĞLAMIYOR

Üstelik şimdiye kadar geliştirdiğimiz kurumlar, yöntemler hatta değerler bu krizlerle mücadelede fazla bir yarar sağlamıyor. Bilim sayesinde Covid-19 için aşı geliştirsek de fakir ülkelerle işbirliğinden, paylaşmaktan imtina ettiğimiz için devamlı yeni ve daha tehlikeli varyantların ortaya çıkışına engel olamıyoruz.

Yaşadığımız dönemi krizler açısından özgün kılan bir diğer faktör bu krizlerin istisnasız dünyadaki her bireyi, kurumu ve toplumu derinden etkiliyor olmasıdır. Yani bireysel çözüm, bireysel kurtuluş pek mümkün değildir. Örneğin aşılanma sizi Covid-19’dan korur ama aşı karşıtları toplumda yüksek bir orandaysa salgının sonu bir türlü gelmez. Bu durum, bir bakıma insanlık olarak önümüze işbirliği ve dayanışma için eşsiz bir fırsatta sunmaktadır.

ŞİMDİYE DEK HEP YAPTIKLARI GİBİ KUTUPLAŞMAYI KÖRÜKLEYEREK YÖNETİM KRİZİNİ AZDIRACAKLAR MI?
Acaba ulus-devletler ve siyaset kurumu bir zihniyet dönüşümü gerçekleştirip asırlardır ötekileştirdikleri toplumlar ve unsurlar için bu kadar radikal bir tutum değişikliği içine girebilecekler mi? Böyle bir yaklaşım yaparak şu anda az ya da çok yaşadıkları yönetim krizini aşabilecekler mi veya şimdiye dek hep yaptıkları gibi kutuplaşmayı körükleyerek yönetim krizini azdıracaklar mı?

Bu soruların cevabını her toplum, birey, kurum yaşayarak görecek. Şurası muhakkak ki COVİD-19’un da tetiklemesiyle artık dünya eskisi gibi olmayacak. Bugünün sorunları, dünün çözümleridir veya bugünün çözümleri yarının sorunlarıdır diyen yönetim gurusu Peter Drucker her halükarda haklı çıkacak. Bu krizlerin tesadüf olmadığını; doğası, kurumları yıpranmış, yorulmuş bir dünyada doğal olarak ortaya çıktığını belirtmiştik.

“BİLİM DEVRİMİ” İLE ŞEKİLLENEN ÇOK HIZLI BİR DÖNÜŞÜM ÇAĞININ DA İÇİNE GİRMİŞ DURUMDAYIZ

Diğer taraftan “Bilim Devrimi” ile şekillenen çok hızlı bir dönüşüm çağının da içine girmiş durumdayız. Burada Bilim Devrimi terimini Tarım Devrimi’ne atıfla kullanıyorum.

İnsanın yerküre üzerindeki macerası boyunca en önemli kilometre taşlarından birini oluşturan, şu anda içinde yaşadığımız toplumları, devletleri, siyasi yapıları, bürokrasiyi, okulları, üniversiteleri, ekonomiyi oluşturmuş avcı toplayıcılıktan tarım toplumuna geçişi sağlayan muazzam sıçramadan söz ediyorum.

İşte yaşamakta olduğumuz zaman dilimi böyle devasa bir dönüşüme denk geliyor. Artık içine doğduğumuz dünya yok, her şey ama her şey öyle veya böyle değişecek, başkalaşacak. Bizler de şimdiye kadar yaşamış 110 milyar insan içinde bu değişime tanıklık eden küçük bir grup olarak kendimizi şanslı veya böylesi dönemler kural olarak ağır krizlerle seyrettiği için de belki şanssız sayabileceğiz.

İKİ KADIN BİLİM İNSANI, KISACA CRISPR OLARAK İFADE EDİLEN BİR GEN TEKNOLOJİSİ BULDULAR

2012 yılında Emmanuelle Charpentier ve Jennifer Doudna, iki kadın bilim insanı, kısaca CRISPR olarak ifade edilen bir gen teknolojisi buldular. Bu teknoloji aslında bakterilerin virüslere karşı kendilerini savunmak için geliştirdikleri virüsün genetik materyalini kendilerinden kesip atmaya yarayan bir yöntemdi.

Aradan sadece sekiz yıl geçtikten sonra bu kişilere Nobel Kimya Ödülü verildi. Bir buluşun bu kadar kısa sürede Nobel ile ödüllendirilmesi şimdiye kadar pek söz konusu olmamıştı.

Bunun bir nedeni CRISPR ve benzeri teknolojilerle artık insan eliyle evrimin mümkün olabilmesi; bir diğeri de CRISPR tarif edildikten hemen sonra yaygın olarak teşhis ve tedavide kullanılmasıydı.

Artık dijitalleşme ve yapay zekanın da katkısıyla bilimdeki gelişmeler devrim niteliğinde değişim yaratıyor. İlaveten hızla teknolojiye dönüştürülebiliyor ve çabucak günlük kullanıma girebiliyor. Bunlara yıkıcı (disruptive) teknolojiler deniyor.

KABAKULAK AŞISI İÇİN DÖRT YIL HARCANMIŞKEN COVİD-19 İÇİN AŞI 11 AYDA KULLANIMA GİREBİLDİ

Sağlıkla ilgili bir başka çarpıcı örnek bugün en etkin ve yaygın kullanılan mRNA aşıları. Aşı tarihinde şimdiye kadar en hızlı geliştirilmiş kabakulak aşısı için dört yıl harcanmışken Covid-19 için aşı 11 ayda kullanıma girebildi.

Yani Bilim Devrimi sınır tanımıyor, öyle ki bilim insanları bir taraftan nano dünyasında DNA nanorobotları ile hastalık tedavileri geliştirirken, bir taraftan da James Webb Teleskopu ile kainatın sırlarını çözüyorlar.

Birkaç asırdır içinde yaşadığımız ekonomik düzenin adı olan kapitalizmin aslında kendisi bir krizler düzeni ve krizlerini her seferinde bir şekilde atlatmayı başarabilmiş bir sistem. 40 yıldır da kapitalizm krizini neoliberalizm ile aşmaya çalışıyor.

Ne var ki yarattığı ağır eşitsizlikler, çevre felaketleri, göç krizi gibi birçok gelişme neoliberalizmin aranan çözüm olamayacağını gösteriyor. Yıkıcı teknolojilerin, yapay zekanın hızla tüm sektörleri dönüştürmesi, üretim ilişkilerinin ve üretim biçimlerinin hızla değişmesi, yeni nesillerin tüketim ve tasarruf alışkanlıklarının kökten farklılaşması, çevre bilincinin yükselerek ekonominin omurgası haline gelmesi, paylaşım ekonomisinin popülerleşmesi bu konuda önemli göstergeler.

HERKESİN MENFAATLERİNİN OPTİMİZE EDİLDİĞİ, PAYDAŞ KAPİTALİZMİNE HIZLI BİR GEÇİŞ YAŞANIYOR

Şirket hissedarlarının kazanımlarını önceleyen hissedar kapitalizminden hammadde üreticisinden son kullanıcıya, ürüne dahil olan herkesin menfaatlerinin optimize edildiği, paydaş kapitalizmine hızlı bir geçiş yaşanıyor.

Yani ekonomik kriz tüm dünyada yeni, daha adil, paylaşımcı bir düzenin kurulabilmesi için de fırsatlar sunuyor. En azından eskinin ekonomi kuram, kurum ve kurallarıyla bireylerin, ailelerin ve devletlerin mevcut sorunlarını çözmek mümkün görünmüyor, eskinin çalışan reçeteleri artık işe yaramıyor.

Yeni düzen bütün haşmetiyle, henüz ortaya çıkmış olmadığından da bu durum haliyle devamlı kriz ortamını körüklüyor. Salgının derinleştirdiği ekonomik krize ülke yönetimlerinin getirdiği çözümler bilimsellikten, geniş halk kitlelerinin menfaatinden ne kadar uzaksa etkililikleri de o derecede sınırlı oluyor.

GÖÇLERİN HER ZAMAN, OLUMLU YA DA OLUMSUZ YÖNDE TOPLUMLARI DÖNÜŞTÜRÜCÜ ETKİSİ OLMUŞTUR

İnsanlık tarihi bir bakıma göçler tarihidir. Çok çeşitli nedenlerle insanlar göç eder, daha iyi ve güvenli yaşam ortamlarını arar. Göçlerin her zaman, olumlu ya da olumsuz yönde toplumları dönüştürücü etkisi olmuştur.

Bugün de dünyanın pek çok yerinde milyonlarca insan büyük sıkıntı içinde doğdukları topraklardan ayrılmak istemektedir. Bu sorunun iklim ve çevre, ekonomi krizlerinin de tetiklemesiyle hızla ağırlaşacağını ve birçok ülkede yönetim krizine neden olacağını öngörebiliriz.

Örneğin biz, dokuz milyona yakın sığınmacıya ülke içinde veya dışında zaten destek verirken Afganistan’dan Taliban’ın yaratacağı açlık nedeniyle gelebilecek başka milyonlara birey, toplum, devlet olarak nasıl davranacağız?

Bu sorumuzun kolay bir cevabı yoktur. Göç krizinin üstesinden gelmek için aynı iklim krizi, sağlık krizi ve ekonomik kriz gibi hem bireysel, hem toplumsal hem de evrensel düzeyde işbirliği ve dayanışma gerektiriyor. Bunu ne ölçüde başarırsak Mahşerin Dört Atlısı’nın yönetim krizini tetiklemesini o derecede önlemiş oluruz.

BU DÖNÜŞÜM ÇAĞINDA TUTUNABİLMEK İÇİN EN ÖNEMLİ SİLAHIMIZ BİLİM’DİR.

Bu ağır krizler çağında birey, kurum, toplum, devlet olarak nasıl ayakta kalacağız? Hem krizlerle mücadele edebilmek için hem de bu dönüşüm çağında tutunabilmek için en önemli silahımız Bilim’dir.

Bilim Devrimi çağında bizi ancak bilimin gücü ayakta tutabilir. İsteyen yağmur duasına da çıksın ama iklim kriziyle ancak bilimin yol göstericiliği ile savaşabiliriz. Böyle bir dönemde kurumların geliştirmesi gereken en önemli vasıfları inovasyon, yani değer katan yenilikçilik, olmalıdır.

Bildiğimiz üzere inovasyon ekosistemi bilimde olan devrim niteliğindeki gelişmeleri yeni teknolojilere dönüştürerek daha önce görülmemiş bir hızla günlük hayata aktarıyor.

Dijitalleşme, genetik mühendisliği, sentetik biyoloji, biyoteknoloji sadece sağlığı değil hayatın tüm alanlarını derinden etkiliyor. Meslekler hızla değişiyor, dünün geçerli iş alanları birden kaybolabiliyor veya asırlık firmalar küçük startuplar karşısında başarısız kalıyor.

YENİ İLAÇLARI BÜYÜK ÇOK ULUSLU FİRMALAR DEĞİL İNOVATİF KÜÇÜK STARTUP ŞİRKETLER GELİŞTİRİYOR

Örneğin artık yeni ilaçları büyük çok uluslu firmalar değil inovatif küçük startup şirketler geliştiriyor. Özellikle verimsizlik ve israfın çok yüksek olduğu sağlık kurumları gibi yapılarda ürün inovasyonundan ziyade süreç inovasyonuna odaklanmak gerekiyor. Ulus devletlerin bürokrasilerinin verimsizliği belki süreç inovasyonundan çok daha fazlasını gerektirir ama işe de bir yerlerden başlamak lazımdır.

Krizler içinde Covid-19’un yarattığı sağlık krizi ile mücadele önceliklidir zaten sağlıktaki ağır problemi çözmeden diğer krizlerde başarı sağlamanın mümkün olmadığını iki yıllık salgın deneyimi de bütün ülkelere göstermiş durumdadır.

Bu nedenle devleti yöneten siyasi karar vericilerin bir taraftan salgınla mücadele derken bir taraftan da sağlık kurumlarını ve sağlıkçıları güçlendirici tedbirleri cömertçe ve cesaretle alması lazım. Avrupa Birliği’nin “Bütün Politikalarda Sağlık” şiarını da krizlerle mücadelede çok anlamlı ve önemli buluyorum. Artık devletlerin bütün politikalarında insan sağlığı öncelenmelidir.

TABİİDİR Kİ BU SÜREÇ YENİ KRİZLERİN DE TETİKLEYİCİSİ OLACAKTIR

Bir devrim yaşıyoruz dedik ama hemen bugünden yarına koskoca bir geçmişi yıkıp yerine hemen yenisini kurma şansımız yok. Yıllar boyunca şekillenmiş yapılar, kurumlar ve zihniyet, yeniye adapte olurken, bunun kolay ve sürtünmesiz olamayacağını inişler ve çıkışlarla yaşanacağının bilincinde olmalıyız.

Tabiidir ki bu süreç yeni krizlerin de tetikleyicisi olacaktır. Bilimin ışığında; sabırla ve akılla, yılmadan yenilenme hedefinden vazgeçmemeliyiz.

Her gün bir kriz hali içinde yaşamak pek hoş bir durum değil, ancak bu; en azından uzunca bir süre, kaçınılamaz bir durum. Hem dünün çözümleriyle büyüttüğümüz çoklu kriz halini yaşıyoruz hem de bir dönüşüm evresindeyiz.

Elbette bu zamanlar bizim için, ailemiz, içinde yaşadığımız toplum ve dünya için zorlu olacak. Ancak bilimsellikle elde edilen bilgiyle kendimizi güçlendirir, işbirliğini, inovasyonu bir yaşam biçimi haline getirir ve krizleri bu çabayla nasıl daha iyi yönetebileceğimizi öğrenirsek krizin ister istemez yarattığı fırsatları daha iyi kullanabilir ve kendimizi, kurumlarımızı, ülkemizi ve tüm dünyayı bu süreçten güçlendirerek çıkarabiliriz.

Prof. Dr. Melih Bulut

bulut@turcomoney.com

 

Yorum yok

Yorum Yazın

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

*

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

İlgili Haberler

Site Haritası