Son Haberler

Ticaret, kent, tarım ve devlet…

Yakın zamana kadar yaygın görüş, insanın öncelikle yerleşik hayata geçtiği, bu bağlamda tarihte kentlerin ve devletlerin görülmeye başlandığı yönündedir. Dolayısıyla yerleşik hayatın biçimlendirdiği üretim ilişkileri çerçevesinde tarımın yaygınlaştığı, ürün fazlalarının takas edilerek ticaretin icat edildiği ve giderek artan-yoğunlaşan nüfus sayesinde ortaya çıkan kentlerde devletin kurulduğu düşünülüyordu.

Göbeklitepe ile başlayan, Karahantepe ile devam eden ve bugün Taş Tepeler projesi olarak anılan arkeolojik atılım bağlamında insanlık tarihine bakış açısının hızlı bir biçimde yeniden ele alınmaya başlandığı görülüyor. Bu bağlamda klasikleşmiş Neolitik Devrim yaklaşımı da neredeyse ters yüz oluyor. Özellikle Alman arkeolog Klaus Schmidt’in ünlü sözü bu kapsamda dikkat çekicidir: “Önce tapınak geldi, sonra şehir”.

Başlıkta sıraladığımız olumsallıkların kronolojik sıralamasını kesin olarak bilmiyoruz. Yakın zamana kadar yaygın görüş, insanın öncelikle yerleşik hayata geçtiği, bu bağlamda tarihte kentlerin ve devletlerin görülmeye başlandığı yönündedir. Dolayısıyla yerleşik hayatın biçimlendirdiği üretim ilişkileri çerçevesinde tarımın yaygınlaştığı, ürün fazlalarının takas edilerek ticaretin icat edildiği ve giderek artan-yoğunlaşan nüfus sayesinde ortaya çıkan kentlerde devletin kurulduğu düşünülüyordu. Ancak, arkeolojik gelişmeler bu yaklaşımın anlatısıyla ciddi çelişkiler ortaya koyunca farklı bir perspektife ihtiyaç doğdu.

Göbeklitepe ile başlayan, Karahantepe ile devam eden ve bugün Taş Tepeler projesi olarak anılan arkeolojik atılım bağlamında insanlık tarihine bakış açısının hızlı bir biçimde yeniden ele alınmaya başlandığı görülüyor. Bu bağlamda klasikleşmiş Neolitik Devrim yaklaşımı da neredeyse ters yüz oluyor. Özellikle Alman arkeolog Klaus Schmidt’in ünlü sözü bu kapsamda dikkat çekicidir: “Önce tapınak geldi, sonra şehir”.

TAPINAKLARI KİM İNŞA ETTİ?

O halde hemen akla gelen soru şudur: Tapınakları kimler inşa etti? Bugün buna avcı-toplayıcı topluluklar cevabını verebiliyoruz. Bu yeni yaklaşımda avcı-toplayıcıların söz konusu tapınakları inşa etmeye girişirken çok fazla insana (emeğe) ihtiyaç duyulduğu görülüyor. Belirli bir mekânda, uzun bir zaman diliminde, çok sayıda insanın ihtiyaçlarını karşılamak için uzak mesafelerden malzeme ve ürünler getirilmesi gerekiyordu. Söz konusu olan ciddi bir lojistik organizasyonun kurulmasıydı. Bu ihtiyaçların sürekli olarak karşılanmasının ancak ticaret aracılığıyla yapılabileceği düşünülmelidir.

YABANCILARI DÜŞMAN YERİNE DOST YAPACAK BİR YÖNTEM İCAT EDİLDİ

Tapınak inşa etme fikri nasıl ortaya çıkmıştır sorusu akla gelebilir. Bu konuda tam bir kanıt elde olmamakla birlikte, antropolojik yaklaşım çerçevesinde avcı-toplayıcıların şölenler düzenledikleri ve/veya toplulukları inşa eden ritüellere sahip oldukları düşünülüyor. Buna göre, insan ailenin ötesine geçecek bir birlik kurabilmek için söz konusu ritüellere ve bu doğrultuda bir armağan ekonomisine yönelmiş olmalıdır. Denilebilir ki, biyolojik işbölümü ile uyumlu bir geçim ekonomisini genişletmek söz konusu olduğunda yabancıları düşman yerine dost yapacak bir yöntem icat edildi. Birbirlerine sürekli ve döngüsel bir biçimde verilen armağanlarla (sadece nesneler değil, düğün, şölen, ziyafet vb.) inşa edilen topluluklar insan için bir “birlik” ve/veya “biz” anlamına geliyordu. Daha farklı bir ifadeyle, söz konusu ritüeller insanın hem doğa ile hem de diğer insanlarla ilişkilerini düzenleme biçimiydi. Belki de tapınakları burada bahsedilen ritüellerin belirli bir mekânda somutlaştırılması girişimi olarak düşünmek yerinde olacaktır.

İNSAN DOĞAL YAŞAMININ YANI SIRA KÜLTÜR YAŞAMINI İNŞA EDİYOR                                     

Bu noktada çarpıcı bir durum çıkar karşımıza: İnsan doğal yaşamının yanı sıra kültür yaşamını inşa ediyor. Georges Bataille Din Kuramı başlıklı eserinde “Hayvan, suyun su içinde olması gibi dünyanın içindedir” demişti. Düşünen canlı olarak insan ise söz konusu doğaya içkinliğin ötesine geçiyor ve kendi dünyasını inşa etmeye yöneliyor. Bu süreci doğadan kopuş veya Hegelci bir tarzda yabancılaşma olarak değerlendirmek mümkündür. Bu yabancılaşmayı, doğada olmayan bir işlevi ona eklemek olarak da düşünebiliriz. Bir homo faber olarak insan, örneğin taşa ona içkin olmayan bir işlev eklemiş ve taştan aletler yaptı. Dolayısıyla söz konusu süreçte bir taraftan doğadan kopuş yaşanırken, diğer taraftan da doğanın işlevselleştirilmesi veya doğaya hâkim olma süreci ortaya çıkıyor.

İNSANIN AYIRT EDİCİ ÖZELLİĞİ DÜŞÜNMEKTİR

İnsanın ayırt edici özelliği olarak düşünmenin ne kadar belirleyici olduğu tekrar vurgulanmalıdır. Hatta Göbeklitepe keşfinden önce ortaya atılan fikirler bile bu yönde bir kanıt olarak tartışılabilir. Nitekim, ünlü Fransız arkeolog Jacques Cauvin 1994’te Tanrıların Doğuşu, Tarımın Doğuşu başlıklı eseri yayımlanırken henüz Göbeklitepe kazıları başlamamıştı. Cauvin materyalist yaklaşıma (ekonomik gelişmelerin önceliğine dayanan tez) itiraz ederken, insanın yaşadığı zihinsel devrime işaret etmekteydi. Ona göre Tanrıça ve Boğa kültü ile insan doğayı zihinde yeniden kavramsallaştırmış ve doğaya hâkim olmaya yönelmişti.

İNSAN VAHŞİ DÜNYAYI, DOĞAYI VEYA AŞKIN OLANI KENDİ ZİHİNSEL DÜZLEMİNE TAŞIMAYA ÇALIŞIYOR

Tekrar neden tapınak inşa edildi sorusuna dönebiliriz. İlk bakışta tapınak aşkın güçlere tapınılan yer olarak anlaşılır. İnsan, kendisinin ötesindeki güçlere saygısını sunmaya çabalar, ondan istediklerini dile getirir tapınaklarda. Tapınak, mabet veya kutsal mekânda aşkın olanla (kutsal olanla) ritüeller çerçevesinde bağ kurulmaya çalışılır. Örneğin animistik çağda bu ritüeller aracılığıyla aşkın olan insana borçlu hale getirilmeye çabalanır. Latince ifadesiyle Do ut des yöntemi kullanılır. Günümüzün din anlayışının reddettiği bir kozmik alışveriş amaçlanır. Armağan ekonomisindeki karşılıklı yükümlülükler inşa etme yöntemi aşkın olan ile ilişki düzlemine taşınıyor. Cauvin’in işaret ettiği bağlamda ise, insan vahşi dünyayı, doğayı veya aşkın olanı kendi zihinsel düzlemine taşımaya çalışıyor. Bir defa bu başarıldığında, insan artık otonomisini kazanacak, özgür olmaktan ve/veya özgür iradeden bahsetmeye başlayacaktır; tabii ki bu konu ancak başka bir yazıda irdelenebilir.

Not: Kapak görseli, yapay zeka asistanı Grok tarafından oluşturulmuştur.

Doç. Dr. Ertuğrul KIZILKAYA

İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi

kizilkaya@turcomoney.com

Yorum yok

Yorum Yazın

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

*

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

İlgili Haberler

Site Haritası