Son Haberler

Üç dev dalgalı fırtına geliyor, gençlerimizin geleceğini tehdit ediyor…

– Öğrencinin bildiği ile dünyanın talep ettiği arasındaki uçurum büyüyor, genç zihinler geleceğe değil, kaygıya uyanıyor. İşte “eğitim endişesi” de tam burada doğuyor. Bugün Türkiye’de ve dünyanın pek çok yerinde milyonlarca genç, tam da bu duyguyla yaşıyor. Buna literatürde “eğitim endişesi” diyoruz. Bu, çok katmanlı bir kriz.  Bu krizi yıkıcı bir fırtınaya benzetelim. Ve bu fırtınanın üç dev dalgası, gençlerimizin geleceğini tehdit ediyor.

– İlk dalga, eğitim sistemi. PISA sonuçları, ortada. Türkiye’deki 15 yaşındaki öğrencilerimiz matematik, okuma ve fen bilimleri gibi üç temel alanda da OECD ortalamasının altında kaldı. Bu, her dört öğrencimizden birinin, basit bir metnin ana fikrini anlamakta zorlandığı demek. Bu, matematikte öğrencilerimizin %39’unun, modern bir toplumda ayakta kalmak için gereken asgari yeterliliğin altında kaldığı demek. 

– PISA verilerine göre, Türkiye’deki gençlerin OECD ortalamasının iki katından fazla bir oranla hayatlarından memnun değil. Sistemimiz, onlara sadece 21. yüzyıl becerilerini değil, aynı zamanda umudu ve aidiyeti de veremiyor. Bu ilk dalgadan yorgun ve eksik donanımla kurtulan gençler, istihdam piyasası dalgası ile karşılaşıyor. Türkiye’de her dört gençten biri ne eğitimde ne de istihdamda. Bu, potansiyelini heba eden, sisteme tutunamayan bir “kayıp nesil” riski demek.

Gençler için ufukta üçüncü ve belki de en öngörülemez dalga, yapay zekâ. Yapay zekâ etrafındaki tartışmalar genellikle bir ütopya ve distopya arasında gidip geliyor. Verimlilik artacak, yeni işler doğacak deniyor. Ama somut veriler, madalyonun karanlık bir yüzü olduğunu gösteriyor. Stanford Üniversitesi’nin çığır açan bir analizi, üretken yapay zekânın ilk vurduğu yerin, kariyerlerinin başındaki gençler olduğunu kanıtladı. 

– Yapay zekâ, üniversitede öğretilen “kitabi bilgiyi” çok kolay taklit edebiliyor. Ancak yılların deneyimiyle kazanılan, o sezgisel, “örtük bilgiyi” henüz taklit edemiyor. Bu yüzden şirketler, yapay zekâyı deneyimli çalışanların verimliliğini artırmak için kullanırken, deneyimsiz yeni mezunların yerine koyuyor.  İşte bu, “mükemmel fırtına”nın ta kendisi. Özetle, gençler yıkıcı bir fırtına ile karşı karşıya.

– Peki, bu fırtınanın ortasında ne yapacağız? Çözüm, bu üç dalgaya karşı aynı anda ve bütüncül bir set çekmekten geçiyor. Bu, parçacıl reformlarla değil, yeni bir toplumsal sözleşmeyle mümkün.  Birincisi: Eğitimi radikal bir şekilde yeniden tasarlamalıyız. İkincisi: Gençlere istihdama geçiş köprüleri inşa etmeliyiz. Üçüncüsü: Yapay zekâyı akıllıca yönetmeliyiz. İşini kaybedenlerin yeniden eğitimini finanse edecek bir “Adil Geçiş Fonu” oluşturmalıyız. 

Hepimizin bildiği, belki de hayatlarımızı üzerine kurduğumuz bir vaatten bahsetmek istiyorum. Çok çalışırsan, iyi bir eğitim alırsan, o diplomanın sana iyi bir hayatın, güvenceli bir geleceğin kapılarını açacağı vaadi.

Peki ya o kapı artık yoksa? Ya da daha kötüsü, o kapının aslında hiç var olmadığını fark ettiğimizde ne olur?

Şöyle bir durumdan bahsediyorum: Öğrencinin bildiği ile dünyanın talep ettiği arasındaki uçurum büyüdüğünde, genç zihinler geleceğe değil, kaygıya uyanıyor. İşte “eğitim endişesi” de tam burada doğuyor. Bugün Türkiye’de ve dünyanın pek çok yerinde milyonlarca genç, tam da bu duyguyla yaşıyor. Buna literatürde “eğitim endişesi” diyoruz. Ama bu, soyut bir kaygıdan çok daha fazlası; bu, somut gerçeklerle desteklenen çok katmanlı bir kriz.

Bu krizi bir fırtınaya benzetelim. Kusursuz, yıkıcı bir fırtına. Ve bu fırtınanın üç dev dalgası, gençlerimizin geleceğini tehdit ediyor.

15 YAŞINDAKİ ÖĞRENCİLERİMİZ MATEMATİK, OKUMA VE FEN BİLİMLERİNDE OECD ORTALAMASININ ALTINDA KALDI

İlk dalga, eğitim sisteminin ta kendisi.

PISA gibi uluslararası öğrenci değerlendirme programlarının sonuçları bir sır değil. Türkiye’deki 15 yaşındaki öğrencilerimizin matematik, okuma ve fen bilimleri gibi üç temel alanda da OECD ortalamasının altında kaldığını görüyoruz. Rakamlara boğulmayalım, bunun ne anlama geldiğini düşünelim. Bu, her dört öğrencimizden birinin, basit bir metnin ana fikrini anlamakta zorlandığı demek. Bu, matematikte öğrencilerimizin %39’unun, modern bir toplumda ayakta kalmak için gereken asgari yeterliliğin altında kaldığı demek.

Ama bu dalganın en yıkıcı kısmı sadece akademik değil, aynı zamanda ruhsal. PISA verileri, Türkiye’deki gençlerin OECD ortalamasının iki katından fazla bir oranla hayatlarından memnuniyetsiz olduğunu gösteriyor. Okula ait hissetmiyorlar. Yalnızlar. Yani sistemimiz, onlara sadece 21. yüzyıl becerilerini değil, aynı zamanda umudu ve aidiyeti de veremiyor.

SİSTEME TUTUNAMAYAN KAYIP BİR NESİL RİSKİ VAR

Bu ilk dalgadan yorgun ve eksik donanımla kurtulan gençler, ikinci bir dalgayla karşılaşıyor: İstihdam piyasası.

Hayal edin, yıllarca emek verdiniz, mezun oldunuz. Ve ulaştığınız yer, Avrupa’nın zirvesindeki genç işsizliği oranları. Türkiye’de her dört gençten biri ne eğitimde ne de istihdamda. Kısaca NEET. Bu oran, Avrupa Birliği ortalamasının iki katından fazla. Bu, potansiyelini heba eden, sisteme tutunamayan bir “kayıp nesil” riski demek.  Bu durumun en trajik sembolü belki de “atanamayan öğretmenler”. Sistemin kendi yetiştirdiği, kendi geleceğini inşa edecek insanları istihdam edememesi, vaadin en acı şekilde kırıldığı yerdir.

ÜRETKEN YAPAY ZEKA, İLK ÖNCE KARİYERLERİNİN BAŞINDAKİ GENÇLERİ VURUYOR

Ve tam da gençler bu iki dev dalgayla boğuşurken, ufukta üçüncü ve belki de en öngörülemez dalga beliriyor: Yapay zekâ.

Yapay zekâ etrafındaki tartışmalar genellikle bir ütopya ve distopya arasında gidip geliyor. Verimlilik artacak, yeni işler doğacak deniyor. Ama somut veriler, madalyonun karanlık bir yüzü olduğunu gösteriyor. Stanford Üniversitesi’nin çığır açan bir analizi, üretken yapay zekânın ilk vurduğu yerin, kariyerlerinin başındaki gençler olduğunu kanıtladı.

Neden mi?

Çünkü yapay zekâ, üniversitede öğretilen “kitabi bilgiyi” çok kolay taklit edebiliyor. Ancak yılların deneyimiyle kazanılan, o sezgisel, “örtük bilgiyi” henüz taklit edemiyor. Bu yüzden şirketler, yapay zekâyı deneyimli çalışanların verimliliğini artırmak için kullanırken, deneyimsiz yeni mezunların yerine koyuyor.

Yazılım geliştirme, müşteri hizmetleri, muhasebe gibi yeni mezunlar için o kritik ilk basamak olan giriş seviyesi beyaz yaka işleri, otomasyon tarafından adeta yutuluyor.  İşte bu, “mükemmel fırtına”nın ta kendisi. Temel becerileri eksik bir eğitim sistemi, onlara yer açamayan bir iş piyasası ve şimdi de sığınabilecekleri son liman olan giriş seviyesi işleri yok eden teknolojik bir devrim.

ÇÖZÜM PARÇACIL REFORMLARLA DEĞİL, YENİ BİR TOPLUMSAL SÖZLEŞMEYLE MÜMKÜN                      

Peki, bu fırtınanın ortasında ne yapacağız? Kollarımızı kavuşturup bir neslin kaderine terk edilmesini mi izleyeceğiz?

Asla.

Çözüm, bu üç dalgaya karşı aynı anda ve bütüncül bir set çekmekten geçiyor. Bu, parçacıl reformlarla değil, yeni bir toplumsal sözleşmeyle mümkün.

Birincisi: Eğitimi radikal bir şekilde yeniden tasarlamalıyız. Müfredatımızı, yapay zekânın kolayca yapabildiği ezbere dayalı bilgi aktarımından, yapamadığı şeylere odaklamalıyız. Eleştirel düşünme, yaratıcılık, problem çözme, işbirliği ve duygusal zekâ gibi insani becerileri eğitimin merkezine koymalıyız.

İkincisi: Gençlere istihdama geçiş köprüleri inşa etmeliyiz. Devlet destekli, kapsamlı bir “Ulusal İlk İş ve Staj Programı” oluşturmalıyız. Bu program, gençlere yapay zekânın ellerinden aldığı o ilk basamak deneyimini sunmalı.

Üçüncüsü: Yapay zekâyı akıllıca yönetmeliyiz. Sadece otomasyonu ve insanı ikame eden teknolojileri değil, insan yeteneklerini arttıran ve güçlendiren teknolojileri teşvik etmeliyiz. Otomasyondan elde edilen verimlilikle, işini kaybedenlerin yeniden eğitimini finanse edecek bir “Adil Geçiş Fonu” oluşturmalıyız. 

TOPLUMUN EN DEĞERLİ VARLIĞI GENÇLERE UMUTLU BİR GELECEK SUNMALIYIZ

Sözlerimi bitirirken, en başta bahsettiğim o vaade geri dönmek istiyorum. Diplomaya.

Bugün o diploma, pek çok genç için duvara asılan boş bir çerçeve riski taşıyor. UNICEF’in projeksiyonuna göre 2030’da işlerin %60’dan fazlası ileri dijital beceriler isteyecek. Bu; yaratıcılık, problem çözme ve uyum gibi insani kasların da öneminin artması demek. Eğitimin görevi, “makinenin iyi yaptığı” ile “insanın benzersiz yaptığı” arasında yeni bir iş bölümü kurmak.

Ama bizim görevimiz, onu yeniden geleceğe açılan bir kapıya dönüştürmek. Bu kapı, sadece bilgiyle değil, beceriyle; sadece akademik başarıyla değil, ruhsal refahla; sadece rekabetle değil, dayanışmayla inşa edilecek.

Bu, sadece bir eğitim meselesi değil. Sadece bir ekonomi meselesi de değil. Bu, bir toplumun en değerli varlığı olan gençlerine umutlu bir gelecek sunma sorumluluğudur.

Gelin, o kapıyı hep birlikte yeniden inşa edelim.

Zuhal MANSFIELD

TMG Dış Tic. ve Madencilik Sanayi Yönetim Kurulu Başkanı

mansfield@turcomoney.com

 

Yorum yok

Yorum Yazın

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

*

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

İlgili Haberler

Site Haritası