Son Haberler

2024 yılına kalan ekonomik miras ve beklentiler…

-Son 40 yılın en yüksek enflasyonu ve en keskin para politikası sıkılaştırmasının yapıldığı 2023 yılının tüm stresleri hiçbir fire vermeden 2024 yılına aynen devredilmekle beraber, 2024 yılı görünümü 2023 yılına göre pozitif beklentiler içeriyor.  Küresel ekonomik manzara esaslı bir değişime evriliyor. Artan jeopolitik strese bağlı olarak ortaya çıkan kutuplaşmalara rağmen 2024 yılında tedarik zincirlerinde beklenen hızlı toparlanma, küreselleşmeyi; yeni, rekabetçi, daha entegre ve fakat 80 yıldır devam eden halinden oldukça farlı bir noktaya taşıyacak.

-Dünya ekonomisinin 2024 yılında %2,5 – %3 civarında büyüyeceği bekleniyor. En yüksek büyüme sırasıyla Hindistan ve Çin tarafından gerçekleştirilecek. Almanya hariç diğer diğer Avrupa ülkeleri ve ABD’nin beklenen büyüme oranları dünya ortalamaları civarında olacak. Ancak Almanya da küçülme dahi beklenebilir.   Küresel düzeyde 2024 yılı son çeyreğinden önce faiz oranlarının düşürülmesi fiyat istikrarındaki düzelmeleri riske sokacak. Parasal ve mali sıkılaştırma politikaları 2024 yılının ikinci yarısına kadar devam edecektir, etmelidir de.

-Finansman maliyetleri 2024 yılının ilk üç çeyreği için yüksek kalmaya devam edecek. Enerji maliyetlerinin yükselmesi veya oynaklığının artması hala ihtimal dahilinde. Dolayısıyla üretim ve büyüme bundan olumsuz etkileneceği beklenebilir. Küresel düzeyde tüketim harcamalarında görülen artışa yol açan enflasyonun 2024 ortalarından itibaren gerilemesi açısından jeopolitik stresler, enerji krizi, Çin-ABD arasındaki görüş ve uygulama farklılıkları 2024 yılında da risk olmaya devam edecek.

-ABD seçimleri jeopolitik görünümün şekillenmesinde odak noktası olacak. İkinci çeyrek seçim sonrası Kasım 2024 de beklenen ABD başkanlık seçimleri çok fazla değişken alternatifler ortaya çıkaracak ve finansmana erişim zorlukları küresel düzeyde de devam edecek. Seçime kadar faizler yüksek seyretmeye devam edeceği ve gevşeme yönünde ilerlenmeyeceği için bankaların kredi verme iştahlarında belirgin artışlar beklenemez. Dolayısıyla finansmana erişim zorlukları küresel düzeyde de devam edecek.

-Yapay zekanın ticarileşmesi ve süreçlerde kullanılması 2024 yılında iyice yaygınlaşacaktır.  Büyük ilaç ve biyoteknoloji şirketleri, yarı iletkenler, yarı sermaye ekipmanı, endüstriyel otomasyon ve endüstriyel ekipman üreticileri açısından cazip yatırım fırsatları olacaktır. Yine, çeşitli coğrafyalarda artan ulusal güvenlik tehditler savunma teknolojilerine olan ihtiyacın artmasına neden olacaktır.  Yüksek teknolojili gözetleme ve caydırıcılık alanlarında faaliyet gösteren şirketlerin büyümesi hızlanacaktır.  

-Türkiye ekonomisi açısından jeopolitik riskler, enerji maliyetleri ve döviz kuru kaynaklı faktörler nedenleriyle fiyat istikrarının sağlanmasında ilk çeyrek sonuna kadar başarı şansı zayıftır. Kaybedilen satın alma gücünde geri kazanımlar 2024 yılında ortaya çıkacak. 2024 yılında enflasyon beklentileri hafifledikçe ve işgücü piyasası istikrara kavuştukça, ücretlerde daha büyük artışlara yönelik baskılar azalacak, kaybedilen satın alma gücü kazanımları başlayacak.

2024 yılı için piyasalar tarafından öngörülen % 45’lik enflasyon varsayımı açısından politika faizinin minimum %57 oranının civarında belirlenmesi gerekiyor. Merkez Bankası 2024 yılı için kendisinin beklediği %36 oranındaki enflasyona göre dahi politika faizini düşük belirlemiş ve negatif faiz alanında kalmış ise piyasa beklentilerini hiçbir şekilde dikkate almamış demektir. Merkez Bankası’nın büyümeyi fiyat istikrarına tercih eden politikaları, ahlaki ölçülerin dışına çıkan kuralsız enflasyon ataletine rağmen küresel literatürden negatif yönlü ayrışması aynen devam ediyor.

-Türkiye’de yüksek teknolojili ürünlerin üretildiği sektörler hala azınlıktadır. Türkiye imalat sanayi içerinde teknoloji içeriği düşük olan sektörlerin ağırlığı azalmış, orta düzey teknoloji kullanan firmalar ağırlık kazanmış olmasına rağmen, yüksek teknolojili ürünlerin üretildiği sektörler hala azınlıktadır. İhracata dahil ürünlerin bileşiminde yüksek teknolojiye dayalı ürünler ağırlıkta değil. İmalat sektöründe yüksek teknolojiye evrimleşme eğiliminin de canlı olmaması, sanayinin teknolojiye dayalı gelecek görünümü umut verici değil. 

-Asgari ücret/medyan ücret rasyosu en yüksek olan ülkelerden birisinin Türkiye olması, Türkiye ekonomisindeki yüksek enflasyonun fasit daire döngüsüne girerek devam etmesinin en önemli nedenlerinden birisidir.  Türkiye ekonomisi bu popülist politikadan vazgeçmeden ve aynı zamanda medyan ücret ile asgari ücret dengesini fiyat istikrarı yoluyla sağlamadan enflasyon riskinden kurtulamaz. Zira asgari ücrete yapılan zamlar daha ödenmeden yapılan fiyat artışlarıyla bu zamlar hızlıca geri alınıyor.

-Reel sektörün borçluluk oranları artıyor ve özkaynak yeterliliği giderek azalıyor: 2009 yılında %44’ler civarında seyreden Özkaynaklar/Varlıklar rasyosu, yıllar içerisinde kesintisiz olarak azalarak 2022 yıl sonunda %28’ler civarında kadar geriledi. 2023 yılında da bu düşme eğilimi devam ediyor.  Mali borçlanma oranında daha çok olmak üzere hem ticari hem de mali borçlanma oranlarının her ikisi de son 14 yılda artış gösterdi. Aynı şekilde son 14 yılda reel sektörün Öz Kaynaklar / Yabancı Kaynaklar Toplamı Oranı da hemen hemen iki kat daha aşağı düştü.  

Reel sektörün aktif getirileri 2009 – 2020 yılları arasında yıllık ortalama %2,3 civarında iken, 2021 yılından itibaren aniden yükselerek 2022 yılında %5,5 oranına ulaşması toplum aleyhine sistematik olarak haksız enflasyon kazancı sağladıklarının işaretidir. Özellikle son iki yıldan bu yana, ödeme sistemleri içerinde vadeli alım yöntemi peşin alımların üzerine çıktı. Reel sektör 2021 ve devamında peşin alım yerine vadeli alım tercihi nedeniyle ticari borçlar ticari alacakların üzerine çıktı.

Türkiye’deki enflasyon hem yüksek enflasyon olarak kalıcılaştı hem de hayat pahalılığına dönüştü. Dolaylı vergiler başta olmak üzere artırılan vergi oranlarının harcama azaltıcı tasarrufa kaydırıcı özelliği Türkiye ekonomisi için artık bulunmuyor. Artırılan vergiler sadece fiyat artışına yol açarak satın alma gücünü yok ediyor.  Üstelik artırılan vergilerden elde edilen gelirler, kamusal harcamalarının kontrolsüzce harcanmasını daha da kolaylaştırarak risk yaygınlığını ve çeşitliliğini çoğalttı.  

-Vergi artışları, ihracatçılara yönelik ucu açık tavizler, sermaye gruplarına yönelik finansal ve fon temini kamusal harcamalardaki kolaylıkların şu ana kadar enflasyonu azdırmaktan ve servet transferlerine neden olmaktan başka hiçbir işlevi olmadı. Son iki yıldır Türkiye’de yükselen enflasyonun temel nedenleri, yanlış para politikalarından kaynaklanan maliyet artışları, özellikle gıda alanında dağıtım piyasalarındaki fiili ve hukuksal kaos ortamı ve fiyat belirlemede ortaya çıkan ahlaki erozyonun hukuksal alanda müeyyidesiz bırakılmasıdır.

Son 40 yılın en yüksek enflasyonu ve en keskin para politikası sıkılaştırmasının yapıldığı 2023 yılının tüm stresleri hiçbir fire vermeden 2024 yılına aynen devredilmekle beraber, 2024 yılı görünümü 2023 yılına göre pozitif beklentiler içeriyor.  Çin’in büyümesindeki zayıflama, yine Çin ekonomisinin yaklaşık %25’ini oluşturan gayrimenkul sektörü ve tüketici güveni alanlarındaki krizler, küresel faiz artışları ve ihracattaki zayıflığın ekonomileri olumsuz etkilemesi nedeniyle Avrupa Birliği ülkelerinde yaşanan uyku ve İngiltere’de yaşanan stagflasyon hali, Ukrayna ve Orta Doğu’daki jeopolitik çalkantılar ve iklim değişiklikleri miras kalan gelişmelerin birkaç tanesidir.

Küresel resesyon riskinin olasılığı da eşzamanlı olarak azımsanmayacak ölçüde artmaya devam ediyor. Enflasyondaki düşüş ilerledikçe koşulların 2024’te iyileşmesi muhtemel gözükmekle beraber, kırk yıldaki en sert para politikası sıkılaştırması büyümeyi beklenenden daha az yavaşlattı, ancak, yarattığı ekonomik etki, resesyon riskinin olasılığını da azımsanmayacak ölçüde artırmaya devam ediyor. Küresel ekonomik manzara esaslı bir değişime evriliyor. Artan jeopolitik strese bağlı olarak ortaya çıkan kutuplaşmalara rağmen 2024 yılında tedarik zincirlerinde beklenen hızlı toparlanma, küreselleşmeyi; yeni, rekabetçi, daha entegre ve fakat 80 yıldır devam eden halinden oldukça farlı bir noktaya taşıyacaktır.

Enflasyona neden olan büyük ölçekli yeni faktörler ortaya çıktı. Küreselleşmenin içerik ve şekil değiştirmesi, daralan işgücü piyasaları, periyodik ücret artışları ve yapısal enerji dönüşümlerine ilişkin yatırımlar enflasyona neden olan ilave ve ancak önemli faktörlerdir.

PARASAL VE MALİ SIKIŞTIRMA POLİTİKALARI, 2024 YILININ İKİNCİ YARISINDA DA DEVAM EDECEK

Dünya ekonomisinin 2024 yılında %2,5 – %3 civarında büyüyeceği bekleniyor. En yüksek büyüme sırasıyla Hindistan ve Çin tarafından gerçekleştirilecektir. Almanya hariç diğer diğer Avrupa ülkeleri ve ABD’nin beklenen büyüme oranları dünya ortalamaları civarında olacaktır. Ancak Almanya da küçülme dahi beklenebilir.   Küresel düzeyde 2024 yılı son çeyreğinden önce faiz oranlarının düşürülmesi fiyat istikrarındaki düzelmeleri riske sokacaktır. Parasal ve mali sıkılaştırma politikaları 2024 yılının ikinci yarısına kadar devam edecektir, etmelidir de. Zira enflasyonla mücadele açısından yüksek faiz seviyesinin 2024 yılının ilk üç çeyreğinde de devam etmesi gereklidir. Gelişmiş ülkeler başta olmak üzere birçok ülkede faiz artırımları son kademesine ulaşmış olmakla beraber faiz indirimleri 2024 yılının son çeyreğine kadar başlamayacak, o tarihe kadar faizlerin seviyesi yüksek kalacaktır. Sonuç olarak 2024 yılı son çeyreğinden önce faiz oranlarını düşürme ihtimali oldukça düşüktür.

Gelişmiş ekonomi olarak negatif faiz oranlarını koruyan tek ülke olan Japonya açısından resesyon riski, 2024 yılında sıfır gözüküyor. Negatif faize rağmen Japon ekonomisinde yüksek bir enflasyon problemi yaşanmaması enflasyonist davranışların iyi yönetilmesi ve ayrıcalıklı enflasyon ataletidir.

FİNANSMANA ERİŞİM ZORLUKLARI, KÜRESEL DÜZEYDE DE DEVAM EDECEK

Finansman maliyetleri 2024 yılının ilk üç çeyreği için yüksek kalmaya devam edecektir. Enerji maliyetlerinin yükselmesi veya oynaklığının artması hala ihtimal dahilindedir. Dolayısıyla üretim ve büyüme bundan olumsuz etkileneceği beklenebilir. Küresel düzeyde tüketim harcamalarında görülen artışa yol açan enflasyonun 2024 ortalarından itibaren gerilemesi açısından jeopolitik stresler, enerji krizi, Çin-ABD arasındaki görüş ve uygulama farklılıkları 2024 yılında da risk olmaya devam edecektir. ABD seçimleri jeopolitik görünümün şekillenmesinde odak noktası olacaktır. İkinci çeyrek seçim sonrası Kasım 2024 de beklenen ABD başkanlık seçimleri çok fazla değişken alternatifler ortaya çıkaracak ve finansmana erişim zorlukları küresel düzeyde de devam edecektir. Seçime kadar faizler yüksek seyretmeye devam edeceği ve gevşeme yönünde ilerlenmeyeceği için bankaların kredi verme iştahlarında belirgin artışlar beklenemez. Dolayısıyla finansmana erişim zorlukları küresel düzeyde de devam edecektir.

YAPAY ZEKANIN KULLANILMASI 2024 YILINDA İYİCE YAYGINLAŞACAK

Yapay zekanın ticarileşmesi ve süreçlerde kullanılması 2024 yılında iyice yaygınlaşacaktır.  Büyük ilaç ve biyoteknoloji şirketleri, yarı iletkenler, yarı sermaye ekipmanı, endüstriyel otomasyon ve endüstriyel ekipman üreticileri açısından cazip yatırım fırsatları olacaktır. Yine, çeşitli coğrafyalarda artan ulusal güvenlik tehditler savunma teknolojilerine olan ihtiyacın artmasına neden olacaktır.  Yüksek teknolojili gözetleme ve caydırıcılık alanlarında faaliyet gösteren şirketlerin büyümesi hızlanacaktır.

Rusya-Ukrayna Savaşı, arz üzerindeki kısıtlayıcı etkisi hala bitmediği için emtia fiyatlarını artırmaya devam edecektir. Aynı şekilde İsrail-Hamas savaşının bölgesel bir çatışmaya dönüşme ihtimali hala ortadan kalkmadı. Tayvan sorunu ve Batı’nın Çin’le gerilimi artıyor. Bu türlü jeopolitik riskler petrol fiyatlarının artışına ve devam eden yüksek faizlerin yardımıyla da stagflasyona yol açması muhtemeldir.

Yatırım ortamında devam eden ve 2024 yılına da sarkacak olan belirsizlik, yatırım eğilimlerini ve dış talebi zayıflatmış olduğu için 2024 yılında Türkiye ekonomisinin büyümesi hız kaybedecek ve rezervlerin yetersizliği ekonominin dış finansman ihtiyacını riskli sahada tutmaya devam edecektir. Türkiye’deki yavaşlamaya rağmen, gelişmekte olan ülkelerde büyüme temposu devam edecektir. Yavaşlamaya neden olan faiz artışları ve sıkı para politikaları, 2024 yılının ilk üç çeyreğinde de devam edecek.

İŞGÜCÜ PİYASASI İSTİKRARA KAVUŞTUKÇA, ÜCRETLERDE ARTIŞLARA YÖNELİK BASKILAR AZALACAK

Türkiye ekonomisi açısından jeopolitik riskler, enerji maliyetleri ve döviz kuru kaynaklı faktörler nedenleriyle fiyat istikrarının sağlanmasında ilk çeyrek sonuna kadar başarı şansı zayıftır. Kaybedilen satın alma gücünde geri kazanımlar 2024 yılında ortaya çıkacaktır. 2024 yılında enflasyon beklentileri hafifledikçe ve işgücü piyasası istikrara kavuştukça, ücretlerde daha büyük artışlara yönelik baskılar azalacak, kaybedilen satın alma gücü kazanımları başlayacaktır.

Merkez Bankası 2023/Kasım ayı Para Politikası Kurulu kararıyla politika faizini % 42.5 seviyesine yükseltmesi dahi hem 2023 hem de 2024 yılları için reel faizi negatif alandan çıkartmaya ve enflasyon açısından yeterli ve güçlü bir önlem olmaya yetmedi. 2023 yılı yüksek enflasyonu bir kenara bırakılsa dahi, 2024 yılı için öngörülen % 36’lık enflasyon varsayımı açısından politika faizinin %46 oranının altıda kalması negatif faiz politikasının sürdürüleceği ve enflasyonla mücadelenin zayıf kalacağı anlamına geliyor. Merkez Bankası 2024 yılı için kendisinin beklediği % 36 oranındaki enflasyona göre politika faizini belirleyecekse matematiksel olarak bu oran minimum % 46 olarak hesaplanıyor.

POLİTİKA FAİZİ MİNİMUM YÜZDE 57 CİVARINDA OLMALI

2024 yılı için piyasalar tarafından öngörülen % 45’lik enflasyon varsayımı açısından ise politika faizinin minimum %57 oranının civarında belirlenmesi gerektiriyor. Merkez Bankası 2024 yılı için kendisinin beklediği %36 oranındaki enflasyona göre dahi politika faizini düşük belirlemiş ve negatif faiz alanında kalmış ise piyasa beklentilerini hiçbir şekilde dikkate almamış demektir. Sonuçta Merkez Bankası’nın büyümeyi fiyat istikrarına tercih eden politikaları, ulusal düzeyde altüst olan ve ahlaki ölçülerin dışına çıkan kuralsız enflasyon ataletine rağmen küresel literatürden negatif yönlü ayrışması aynen devam ediyor.

Politika faiz oranlarındaki yukarı yönlü hareketlilik parasal aktarım mekanizmasının ilk adımı olan faiz geçişkenliği aşamasını henüz çalıştırmaya başlayamadı.  Politika faiz oranındaki değişiklik beklentileri pozitif yöne çevirmeye başlamış, ancak kısa vadeli faiz oranları için alt limit sabitlemesini sağlamasına rağmen bu aşamayı halen geçmediği için uzun vadeli banka ve piyasa faiz oranlarını etkilemeye tam olarak başlamadı.  Politika faizlerindeki geçişkenliğin gecikmesi, parasal aktarım mekanizmasının toplam talep ve çıktı seviyesini ve dolayısıyla enflasyon artışını değiştirmeye başlamasını da geciktiriyor. Bu süreçteki gecikmenin devam etmesi halinde Merkez Bankası’nın çıktı ve enflasyonu etkileyebilme ve yönlendirme gücünün de zayıf kalmasının ana nedenidir.   Politika faizlerindeki geçişkenliğin hızlandırılması için TCMB ortalama fonlama ve bankalararası para piyasası ve BİST gecelik faizleri gibi piyasalara daha yakın olan fiili faizlerin yükselmesine önayak olunmalıdır.  Zira, özellikle mevduat faizlerinin belirlenmesinde TCMB ortalama fonlama faizlerinin korelasyon katsayısı oldukça yüksektir.

İHRACATTA YÜKSEK TEKNOLOJİYE DAYALI ÜRÜNLER AĞIRLIKTA DEĞİL

Türkiye’de yüksek teknolojili ürünlerin üretildiği sektörler hala azınlıktadır. Türkiye imalat sanayi içerinde teknoloji içeriği düşük olan sektörlerin ağırlığı azalmış, orta düzey teknoloji kullanan firmalar ağırlık kazanmış olmasına rağmen, yüksek teknolojili ürünlerin üretildiği sektörler hala azınlıktadır. İhracata dahil ürünlerin bileşiminde yüksek teknolojiye dayalı ürünler ağırlıkta değildir. İmalat sektöründe yüksek teknolojiye evrimleşme eğiliminin de canlı olmaması, sanayinin teknolojiye dayalı gelecek görünümü umut verici değildir.  Teknolojik yenilenmenin düşük olması faktör verimliliğini düşürüyor kaynak dağılımını bozmakta ve pazar payında yukarı yönlü ivmelenmeyi zorlaştırıyor. Ar-Ge harcamaları verim artışlarından ziyade genellikle üretim devamlılığını hedefliyor. İmalat sanayinde kamu destekli Ar-Ge harcamalarının artış göstermiş olmasına rağmen, üretim süreçlerindeki maliyet/verim rasyolarında gözle görülür herhangi bir düzeltme yaratamamıştır. Zira Ar-Ge harcamalarının verimlilik artışından ziyade üretimi fonlama amaçlı kullanıldığı ve teşviklerin doğru dağıtılmadığıyla ilişkili olması önemli bir zafiyettir.

ENFLASYON VE DÖVİZ İLİŞKİSİ, HALA BİRBİRİNİ BESLİYOR

Enflasyon ataleti kırılmaya başlanmadan fiyatlama mekanizmaları rasyonel aralıklarda kalamaz. Enflasyon ataletinin verilerin güvenliği ile var olan sıkı bağlantısı nedeniyle veri güvenliği sağlanmadığı için, enflasyon ataleti de bozuk mekanizmasını hep tekrarlayıp duruyor. Ürün sepetindeki ağırlıkların gerçek hayata tüketim kalıplarını yansıtmaması, veri güvensizliğinin kamuoyundaki en açık göstergesidir. Merkez bankasının döviz varlıklarının temininde dövizli borçlanmaların payının 2020 yılından itibaren artmış olması para politikasının tasarruf esnekliğini zayıflattı. Zira dış varlıkların döviz yükümlülüklerine oranı 2020 yılında %146’lar civarında seyrederken, % 80’lerin dahi altına düştüğü dönemler olmuş ve şu anda % 120’ler civarındadır. Döviz girişlerinde yaşanan zayıflamanın ve TCMB’nin olağan dışı para hareketlerini karşılayabilecek esneklikte olamamasının temel nedeni dış varlıkların aktifler içerisindeki oransal yapısının giderek zayıflamasıdır. Enflasyon ve döviz ilişkisi hala birbirini besliyor. Büyüme endişesi içerisinde hareket eden politika yapıcılarının ve bu paradigmayla hazırlanan para politikalarının enflasyonla mücadeleleri gerçekçi ve etkili olamaz. Paranın maliyetinde kademeli artış yöntemlerinin uygulanması, enflasyona yol açan virüslerin ilave mücadele gücü kazanmasına fırsat veriyor.

TÜRKİYE, POPÜLİST POLİTİKADAN VAZGEÇMEDEN ENFLASYON RİSKİNDEN KURTULAMAZ

Asgari ücret/medyan ücret rasyosu en yüksek olan ülkelerden birisinin Türkiye olması, Türkiye ekonomisindeki yüksek enflasyonun fasit daire döngüsüne girerek devam etmesinin en önemli nedenlerinden birisidir.  Türkiye ekonomisi bu popülist politikadan vazgeçmeden ve aynı zamanda medyan ücret ile asgari ücret dengesini fiyat istikrarı yoluyla sağlamadan enflasyon riskinden kurtulamaz. Zira asgari ücrete yapılan zamlar daha ödenmeden yapılan fiyat artışlarıyla bu zamlar hızlıca geri alınıyor.

Enflasyonla mücadelede, nihai hedefin sadece fiyat artışlarının yavaşlatılmasına yoğunlaşmakla sınırlı kalmaması gerekir. Esas hedefin fiyat düşüşünü sağlamak olmalıdır. Zira fiyat düşüşü sağlandığında ücret-fiyat sarmalından çıkılacaktır.  Fiyat düşüşü sağlanması için yasal, matematikseksel ve ekonomik yönleri olan birçok yöntemden herhangi birisinin Türkiye koşullarına uyarlanması ve uygulanması bugüne kadar hiç denenmedi.   Denemek gerekir.

REEL SEKTÖRÜN BORÇLULUK ORANI ARTIYOR, ÖZKAYNAK YETERLİLİLİĞİ AZALIYOR

Reel sektörün borçluluk oranları artıyor ve özkaynak yeterliliği giderek azalıyor: 2009 yılında %44’ler civarında seyreden Özkaynaklar/Varlıklar rasyosu, yıllar içerisinde kesintisiz olarak azalarak 2022 yıl sonunda %28’ler civarında kadar geriledi. 2023 yılında da bu düşme eğilimi devam ediyor.  Mali borçlanma oranında daha çok olmak üzere hem ticari hem de mali borçlanma oranlarının her ikisi de son 14 yılda artış gösterdi. Aynı şekilde son 14 yılda reel sektörün Öz Kaynaklar / Yabancı Kaynaklar Toplamı Oranı da hemen hemen iki kat daha aşağı düştü.  Reel sektörün tahvil ve bono ihraçlarıyla sermaye piyasalarından borçlanma alışkanlıkları son 14 yılda artarak devam ediyor. Menkul ihraçları yoluyla borçlanmanın toplam mali borçlara oranı 2009 yılında hemen hemen sıfıra yakın iken 2023 yılında % 5 civarına kadar yükseldi. Gelecek dönemlerde sermaye piyasalarından borçlanma alışkanlığı artarak süreklileşecek ve sermaye piyasaları bu yönüyle daha da derinleşecektir.   Reel sektör son iki ve üç yılda toplum genelinden kendi portföylerine haksız satın alma gücü transfer etti.  Reel sektör 2020 sonuna kadar son 11 yılda her yıl ortalama % 10-%12 civarında büyüme gösterirken, 2021 ve 2022 yıllarında başlayan enflasyon ve uygulanan irrasyonel para politikaları nedeniyle yıllık olarak % 35 ve % 62 yüksek büyüme göstererek, toplum genelinden kendi portföylerine satın alma gücü transfer etti.

VADELİ ALIM YÖNTEMİ, PEŞİN ALIMLARIN ÜZERİNE ÇIKTI

Reel sektörün aktif getirileri 2009 – 2020 yılları arasında yıllık ortalama %2,3 civarında iken, 2021 yılından itibaren aniden yükselerek 2022 yılında %5,5 oranına ulaşması toplum aleyhine sistematik olarak haksız enflasyon kazancı sağladıklarının işaretidir. Ayrıca finansman giderlerindeki düşüklük ve diğer tüm kamusal yönlendirmelerin sonucudur.  Özellikle son iki yıldan bu yana, ödeme sistemleri içerinde vadeli alım yöntemi peşin alımların üzerine çıktı. Reel sektör firmalarında 2021 yılına kadar ticari alacaklar istisnasız olarak ticari borçların üzerinde konumlanırken, 2021 ve devamında durum terse dönmüş ve peşin alım yerine vadeli alım tercihi nedeniyle ticari borçlar ticari alacakların üzerine çıkmıştır.

Reel sektörün likidite yönetimi kapsamında, hazır değerlerin varlıklar içerindeki payı, son yıllarda giderek artıyor. Asit test oranı 2009 yılından itibaren düşerek 1’e yaklaştığı için reel sektörün mevcut likit varlıkları ile kısa vadeli borçlarını ödemesi riskli alana kaymaya başladı.  Son 14 yıllık süre içerisinde, reel sektörün stok devir hızlarının alacak devir hızlarından daha uzun süreli olması likidite yönetimlerindeki zorlukların aynen devam ettiğini gösteriyor.

YENİ YÖNETİM, TEEFE AÇISINDAN ESKİ YÖNETİME GÖRE BAŞARISIZ KALDI    

Rasyonel politikaları uygulayan yeni ekonomi yönetiminin 2023 Haziran -2023 Kasım ayı arasındaki 6 aylık dönemi ile eski ekonomi yönetimin 2022 Aralık – 2023 Mayıs ayı arasındaki son 6 aylık dönemindeki TEFE gelişmeleri kıyaslandığında, yeni yönetim aleyhine ciddi bir başarısızlık hali ortaya çıktı. Eski yönetimin son 6 aylık döneminde enflasyon %16,62 olarak gerçekleşmiş iken, yeni yönetim 6 aylık döneminde bunun iki katı oranında % 38.90 olarak gerçekleşti. Şu ana kadar oluşan performans karşılaştırılmasında ciddi bir başarısızlık hali aşikârdır.

Enflasyonla mücadelede ortaya çıkan başarısızlığın ve enflasyondaki davranış bozukluklarının sebebinin en önemli nedeninin tüketim harcamalarından kaynaklandığının zannedilmesi ve tüketim harcamalarını kısma amaçlı uygulamalara gidilmesidir. Tüketim harcamalarına konu olan mal ve hizmet alımlarının   çok önemli bir bölümünün zorunlu ve yaşamsal ihtiyaçlar için yapılması nedeniyle harcama azaltıcı tedbirlere karşı elastikiyeti bulunmuyor. Şu ana kadar harcamalarda görülen kısmi ve zayıf düşüklüğün nedeni de toplumsal kesimlerin önemli bir bölümümün satın alma gücünü tamamen kaybetmesi ve açlık/yoksulluk sınırlarının altına düşürülmesidir.

TÜRKİYE’DE ENFLASYON, HAYAT PAHALILIĞINA DÖNÜŞTÜ

Türkiye’deki enflasyon hem yüksek enflasyon olarak kalıcılaştı hem de hayat pahalılığına dönüştü. Bu yönüyle diğer ülkelerden tamamen olumsuz yönde ayrışmış durumdadır. Dolaylı vergiler başta olmak üzere artırılan vergi oranlarının harcama azaltıcı tasarrufa kaydırıcı özelliği Türkiye ekonomisi için artık bulunmuyor. Artırılan vergiler sadece fiyat artışına yol açarak satın alma gücünü yok ediyor.  Üstelik artırılan vergilerden elde edilen gelirler, kamusal harcamalarının kontrolsüzce harcanmasını daha da kolaylaştırarak risk yaygınlığını ve çeşitliliğini çoğalttı.

Rasyonellik adı altında şu ana kadar uygulanan anti enflasyonist politikalar enflasyonu fiili durumda daha da artırdı. Yeni ekonomi yönetiminin şu ana kadar rasyonellik adı altında uyguladıkları anti enflasyonist politikalar, enflasyonun düşme eğilimi konusunda hiçbir düzeltici emare yaratamadı, tam tersi olarak fiyat artışlarının frekansını günlük seviyeye indirgeyerek daha da kalıcılaştırdı. Bu koşullar altında 2024 yılında enflasyonun düşeceğini beklemek iyimserlikten öte bir durum değildir.

AHLAKİ EROZYON, HUKUKİ ALANDA MÜEYYİDESİZ BIRAKILDI

Vergi artışlarının, ihracatçılara yönelik ucu açık tavizlerin, sermaye gruplarına yönelik finansal ve fon temini koşullardaki seçici ve koruyup kollayıcı uygulamaların, kamusal harcamalardaki kolaylıkların şu ana kadar enflasyonu azdırmaktan ve servet transferlerine neden olmaktan başka hiçbir işlevi olmadı. Son iki yıldır Türkiye’de yükselen enflasyonun temel nedenleri, yanlış para politikalarından kaynaklanan maliyet artışları, özellikle gıda alanında dağıtım piyasalarındaki fiili ve hukuksal kaos ortamı ve fiyat belirlemede ortaya çıkan ahlaki erozyonun hukuksal alanda müeyyidesiz bırakılmasıdır. Bu nedenlerin hiç birisinin tüketim harcamalarıyla ilgisi bulunmadığı halde, sadece harcama kısıtlamasına yol açan tedbirlerle uğraşmak enflasyonun gerçek nedenleriyle uğraşmaktan hala kaçınıldığı anlamındadır.

FAİZ ARTIRMA YOLUYLA ENFLASYON SORUNU HİÇBİR ÜLKEDE ÇÖZÜLEMEZ                                

Faiz artışı yoluyla tasarruf eğilimini özendirmek elbette yanlış değildir, hatta gereklidir. Ancak geniş yığınların yeterli gelir akımları veya servet birikimleri yok ise sadece faiz artırmakla enflasyon sorunu hiçbir ülkede çözülemez. Zira faiz artırma yoluyla tasarrufları özendirerek enflasyonun düşürülebilmesi için, geniş yığınlar açısından satın alma gücünün yerli yerinde olması, barınma ve yiyecek ihtiyaçlarının karşılanmasının ötesinde refah fazlalığı sağlayacak gelir akımlarının veya servet birikimlerinin olması gerekiyor. Oysa mevcut durumda geniş yığınların yeterli gelir akımlar veya servet birikimleri kalmadı.

“Kayıt dışılığa ve denetimsizliğe dayalı ortaya çıkan enflasyon ataleti”, 2023 yılında günlük enflasyonun başlıca nedenlerinden birisi haline geldi. “Keyfiliğe ve suistimale dayalı ahlaksız bir enflasyon ataleti”, yaygın bir kayıt dışılığın ve kamusal denetimsizliğin sonucudur. Aynı ürünün aralarında kalite ve ambalaj yönünden herhangi bir fark olmadığı halde aynı şehirde, aynı mahallede ve hatta aynı caddede bulunan farklı işyerlerinde birbirinden farklı fiyatlarla satılmış olmasının, tüketim harcamaları ve üretim maliyetleri ile hiçbir ilgisi olmayıp, tamamen keyfiliğe, suistimale ve cezasızlığa dayalı ahlaksız bir enflasyon ataletidir.  Ancak, hukuk sistemindeki bozulmalar nedeniyle enflasyon ataletindeki erozyonu doğuran bu keyfilikle mücadele edilmesi artık oldukça zorlaşmış durumdadır

ENFLASYONLA MÜCADELE İÇİN BİLUMUM KURUMLARIN HEP BİRLİKTE OLMASI GEREKİR

Ekonomik birimlerin bozulan enflasyon davranışlarında fiyatların artış yönündeki değişim frekansı haftalık ve hatta zaman zaman günlük döngülere kadar dahi düşmüş durumdadır. Hatalı para politikalarıyla başlayan enflasyonun geldiği bu aşamada, artık sadece para politikası ve hatta maliye politikası araçlarıyla çözülemeyecek çok yönlü, çok katmanlı ve yüksek boyutlara ulaşan ana risk haline geldi. Gelinen bu aşamada artık enflasyonla mücadele için sivil organizasyonların, üniversiteler başta olmak üzere bilumum eğitim/öğretim kurumlarının, hukuksal ve kamusal erklerin sıkı bir senkronizasyon halinde sürece hep birlikte dahil olmaları gerekmektedir. Zira, ücret artışlarının yarattığı maliyet artışlarının daha yüksek fiyat artışlarıyla karşılanarak yüksek karlılıkların devam ettirildiği sistemik bu sarmalın bu aşamadan sonra tek başına Ortodoks politikalarla çözülemeyeceği aşikardır.

Merkez Bankası tarafından yapılan kademeli artırımlarla politika faizinin geldiği son %42,50 oranındaki yüksek seviye, fiyat istikrarından ziyade sermaye akımlarının cezbedilmesi yoluyla sağlanması beklenen rezerv kazanımlarına ilişkindir. Rezerv birikimlerinin fiyat istikrarına göre daha da önceliklendirilmesi Türkiye ekonomisi açısından yanlış bir sıralamadır.  Harcama azaltıcı tedbirlere karşı elastikiyetini çoktan kaybeden tüketim harcamalarını bu aşamadan sonra faiz artırarak biraz daha baskılamanın enflasyonla mücadele konusunda hiçbir yararı artık kalmadı. 

AHLAKSIZ VE KURALSIZ ENFLASYON ATALETİ, PİYASALARA HAKİM OLDU     

Fiyat istikrarsızlığında nihai olarak ortaya çıkan fiili durum ne talep enflasyonu ne de arz kaynaklı enflasyon olarak adlandırılamaz. Zira, kayıt dışılığa, keyfiliğe, suistimale ve denetimsizliğe dayalı olarak varlığını sürdüren fiyat artışları günlük ve hatta saatlik hale gelmiş, ahlaksız ve kuralsız bir enflasyon ataleti piyasalara hâkim oldu. 2021 son çeyreğinden itibaren, para politikası, kur, bekleyişler, iç talep ve küresel emtia fiyatları ve tedarik/arz sorunları tarafından tetiklenerek devam eden enflasyon 2023 yılında matematiğe dayanmayan kuralsız ve keyfi fiyatlama davranışları tarafından daha da hızlandırılıyor.  Fiyatlama süreçlerine hâkim olan keyfilikle mücadele edilmesi, tek başına Merkez Bankası’nın gücünü, boyutlarını ve hatta görev alanını aşmış durumdadır. Sadece para politikası ve hatta maliye politikası araçlarıyla çözülemeyecek çok yönlü, çok katmanlı ve yüksek boyutlara ulaşan ana risk haline geldi. Ayrıca, fiyatların ulaştığı/ulaşacağı yüksek seviyenin artış hızında 2024 yılında baz etkisiyle meydana gelebilecek yumuşama beklentilerinin, “2024 yılında fiyatlar genel seviyesi düşecek” şeklinde lanse edilmesi doğru ve ahlaki bir yaklaşım değildir.

Ortaya çıkan sistemik bir sarmalın bu aşamadan sonra tek başına Ortodoks politikalarla çözülemeyeceği ve reel gelir kayıplarının yıllara sâri daha uzun sürelerle devam edeceği iyice anlaşılmalıdır.  Asgari ücret artışlarının hem mutlak miktar olarak hem de göreceli olarak üretim üzerinde yarattığı maliyet artışlarının verimlilikle değil de daha yüksek fiyat artışlarıyla karşılanarak firma karlılıklarının bu şekilde sürdürüldüğü sistemik bir mekanizmanın neticesinde oluşan reel gelir kayıplarının yıllara sâri daha uzun sürelerle devam edeceği açıktır. Sürekli artış yönünde şekillenmiş olan enflasyon davranışlarının rehabilitasyonu ve yüksek seviyeli bu enflasyonla mücadele için, sivil toplum kuruluşlarının, üniversitelerin ve kamusal erklerin sıkı bir senkronizasyonuyla hep birlikte sürece dahil olmaları şarttır.

TEMEL PROBLEMLER, 2024 YILINA AYNEN DEVREDİLİYOR

Önemli bir kısmı hata ve noksan gibi normal olmayan kanallardan karşılanan cari işlemler açığı, sürekli artan yüksek bütçe açıkları ve en önemlisi fiyat istikrasızlığı temel problemler olarak 2024 yılına aynen devrediliyor. 2024 yılına devredilen bu mirasların içerindeki en öncelikli ve en tahripkâr problem fiyat istikrarsızlığıdır. Zira, Türkiye’nin bir ayda yaşadığı tüketici enflasyonunun dünyada birçok ülkenin ancak bir yılda yaşadığı tüketici enflasyonundan yukarıda olduğu düşünülür ise, Türkiye ekonomisinde ortaya çıkan sorunun vahameti daha iyi anlaşılacaktır.

Türk lirasına geçişi hızlandırmak ve devam ettirmek için politika faizinin işlevini bozan veya zayıflatan açık/örtülü tüm uygulamaların derhal durdurulması gerekir. 2024 enflasyon hedefinde öngörülen seviyenin yakalanabilmesi için, risk priminin düşmesine yol açan gerekçelerin daha da güçlendirilmesi ve artırılması, TL’nin değerlenmesinden rahatsızlık duyulmaması, kurumların kurumsal bağımsızlıklarının daha da güçlendirilmesi, hukuk sisteminde yürütme ve siyaset tarafından yapılan müdahalelerinin sonlandırılması ve en önemlisi politika faizinin işlevini bozacak veya zayıflatacak olan uygulamalardan kaçınılması gerekir.

YÜKSEK FİYAT ARTIŞLARI, 2024 YILININ EN BÜYÜK RİSKİ OLMAYA DEVAM EDECEK

Enflasyonla mücadelenin şu ana kadar olduğu gibi tek başına veya büyük çoğunlukla para politikasına dayanarak sürdürülmeye devam edilmesi halinde, yüksek fiyat artışlarının 2024 yılının en büyük riski olmaya aynen devam edeceği kesindir.  Zira, enflasyon ataletini oluşturan faktörlerin önemli bir bölümü Merkez Bankası’nın, piyasa mekanizmalarının ve ahlaki kuralların kontrolü ve etki alanlarının dışına çıkmış durumdadır.  Merkez Bankası tarafından yapılan kademeli artırımlarla politika faizinin geldiği son %42,50 oranındaki yüksek seviye, fiyat istikrarından ziyade sermaye akımlarının cezbedilmesi yoluyla sağlanması beklenen rezerv kazanımlarına ilişkindir. Rezerv birikimlerinin fiyat istikrarına göre daha da önceliklendirilmesi Türkiye ekonomisi açısından yanlış bir sıralamadır.

Harcama azaltıcı tedbirlere karşı elastikiyetini çoktan kaybeden tüketim harcamalarını bu aşamadan sonra faiz artırarak biraz daha baskılamanın enflasyonla mücadele konusunda hiçbir yararı artık kalmadı.  Fiyat istikrarsızlığında nihai olarak ortaya çıkan fiili durum ne talep enflasyonu ne de arz kaynaklı enflasyon olarak adlandırılamaz. Zira, kayıt dışılığa, keyfiliğe, suistimale ve denetimsizliğe dayalı olarak varlığını sürdüren fiyat artışları günlük ve hatta saatlik hale gelmiş, ahlaksız ve kuralsız bir enflasyon ataleti piyasalara hâkim oldu. 2021 son çeyreğinden itibaren, para politikası, kur, bekleyişler, iç talep ve küresel emtia fiyatları ve tedarik/arz sorunları tarafından tetiklenerek devam eden enflasyon 2023 yılında matematiğe dayanmayan kuralsız ve keyfi fiyatlama davranışları tarafından daha da hızlandırılıyor.

Orhan ÖKMEN

Sesmir Yönetim Kurulu Başkanı

okmen@turcomoney.com

 

 

 

 

 

 

Yorum yok

Yorum Yazın

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

*

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

İlgili Haberler

Site Haritası