Son Haberler

Bundan sonraki yapılaşma ve şehirleşme için neler yapılmalı?

6 Şubat 2023’te de Kahramanmaraş merkezli ve 11 ili etkileyen depremler yaşandı. Bu depremde 50 bine yakın can kaybı oldu, on binlerce bina yıkıldı. Acaba biz her yaşadığımız depremlerde, neden gittikçe artan yıkımlarla karşılaşıyoruz? Mesela Japonya’da, ABD’nin Kaliforniya Eyaletinde ve bazı ülkelerde yaşanan benzer şiddette depremlerde can ve mal kaybı, hemen hemen yok denecek veya minimal seviyededir.

ABD’de, Japonya’da ve benzer ülkelerde kurallar sağlam. Yapı denetimlerinde sıfır tolerans uygulanıyor. İşin özü budur. Depremlerde bundan sonra büyük can kayıpları ve yıkımlar yaşamamak için her şehir, yerleşim alanları için, şehircilik planları yapılmalı, imar ve yapı izni verilirken, planda yer alan kriterlere mutlaka uyulmalı. Yapı denetim sistemi, sıfır toleransla işler hale getirilmelidir.

-Deprem riski yüksek olan İstanbul için, Toplu Konut İdaresi koordinatörlüğünde ilgili kurumlarla işbirliği içinde, depreme dayanıksız konutları yıkılmalı veya güçlendirilmeli, acil plan yapılmalı ve hemen uygulamaya geçilmelidir. Japonya gibi ülkelerden destek alınmalı. Kaynak olarak Toplu Konut Fonu ve oluşturulacak diğer kaynaklar öncelikle bu amaçla kullanılmalıdır.

-Depreme karşı geliştirilecek projeler için, Dünya Bankası ve Avrupa Konseyi Kalkınma Bankası başta olmak üzere, uluslararası finans kurumlarından uzun vadeli ve düşük faizli kaynak temini için girişimde bulunulmalıdır.

Türkiye’nin coğrafi konumu itibarıyla deprem açısından, dünyada en kritik ülkeler arasında yer aldığı, bu durumun ulusal ve uluslararası deprem bilimcileri tarafından tespit edildiği ve sürekli dile getirildiği bilinen bir gerçektir. Ege ve Marmara bölgelerini içine alan, Marmara’dan Doğu Anadolu’ya uzanan Kuzey fay hattı ve Doğu Akdeniz’den Kuzey Doğu’ya uzanan fay hatları ile çevrili jeolojik yapıya sahip bir ülkeyiz.

Bu bölge ve fay hatları üzerinde, belli aralıklarla şiddetli depremlerle karşılaşıldı. Can ve mal kaybı oldu. 6 Şubat 2023’te de art arda 9 saat arayla 7.8 ve 7.5 şiddetlerinde, Kahramanmaraş merkezli ve 11 ili etkileyen depremler yaşandı. Bu depremde de bu yazının kaleme alındığı güne kadar 50 bine yakın can kaybı, on binlerce binanın yıkılması ve hasarı ile karşılaşıldı.

JAPONYA’DA VE ABD’DE YAŞANAN DEPREMLERDE CAN VE MAL KAYBI MİNİMAL SEVİYEDE

Dünyada aynı jeolojik yapıya sahip başka ülkeler de var. Mesela Japonya, ABD’nin Kaliforniya Eyaleti ve diğer ülkeler. Bu ülkelerde yaşanan benzer şiddette depremlerde can ve mal kaybı, gelişen teknolojiler sayesinde, hemen hemen yok denecek veya minimal seviyededir.

Acaba biz her yaşadığımız depremlerde, neden gittikçe artan yıkımlarla karşılaşıyoruz?

Bu sorunun cevabı aslında çok karmaşık değil, hatta çok basit denebilir. Örnek verilen ülkelerde, kuralların sağlam konulmuş olması ve yapı denetimlerinde sıfır toleransın uygulanması işin özünü teşkil ediyor.

“EN KÜÇÜK TOLERANS DAHİ İŞİ İLERDE SUİSTİMALE GÖTÜRÜR”

1962-67 arasında İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) İnşaat Fakültesi’nde okudum. O tarihte İTÜ, 5 sene süren eğitimle, yüksek mühendis unvanıyla diploma veriyordu. Her ilgili dersin hocası bize, proje hazırlama, yapıların statik hesaplamaları ve kontrollüklerinde, öncelikleri şu şekilde sıralarlardı:

  1. Emniyet
  2. Estetik
  3. Maliyet

Dördüncü sınıfı tamamladıktan sonra, üç sınıf arkadaşımla Almanya’ya mühendislik stajına gitmiştik. Universitate Bouant isimli devlet adına inşaatların kontrol edildiği kurumunda üç ay stajyer mühendis olarak çalışmıştım. Mühendis Bay Eder’le, belli aralıklarla hastane inşaatının kontrolünü yapıyorduk. Yapılan her imalat tatbikat projesine göre kontrol ediliyor, en küçük sayılacak hata kabul edilmiyordu. Hatta binanın emniyeti ile ilgili hususlar bir yana, tesisat yerinde en küçük kaymaya dahi tolerans yoktu. Bir defasında Mühendis Eder’e bu kadar titizliğin sebebini sormuştum, O da bana “En küçük tolerans dahi işi ilerde suiistimale götürür” demişti. Yapımcılar da sıfır toleransın olduğunu dikkate alarak, hata yapmamak için azami titizliği gösteriyorlar ve aksi takdirde kendilerinin bu hatanın bedelini ödeyeceklerini biliyorlardı.

TEKNİK KADRONUN LİYAKATLİ OLDUĞU KURUMLARDA DEPREME DAYANIKLI İNŞAATLAR YAPILIYORDU

Türkiye’de de sistemin iyi işlediği, teknik kadronun liyakatli olduğu kurumlarda depreme dayanıklı, sağlam inşaatlar yapılmaktaydı. Mesela Devlet Su İşleri, Kara Yolları gibi kurumların kontrolünde, kurumsallaşmış müteahhitlerce yapılan barajlar, su kanalları, köprüler, yollar ile özel veya resmi binalar uluslararası standartlarda inşa edilen yapılardı. Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra, eğitimli kişilerin kurdukları sağlam ve kurumsal kimliğe sahip müteahhitlik şirketleri oluşmuş ve zamanla da çoğalmıştı. Bunların inşa ettikleri yapılarla ilgili de pek sorun yaşanmazdı.

TOKİ’NİN KONTROLÜ ALTINDA YAPILAN İNŞAATLARDA BİR VUKUATA RASTLANMADI

Bir örnek de toplu konut inşaatlarından vermek istiyorum. Toplu Konut İdare’sinin kurucu başkanı olarak göreve başladığımda oluşturulan ehliyetli bir ekiple, toplu konut inşaatları için kurumsallaşmış yapımcı seçimi, projenin uygunluğu ve kontrolü ile ilgili bir sistem oluşturulmuştu. Toplu Konut İdaresi’nin kontrolü altında yapılan inşaatlarla ilgili de bugüne kadar her hangi bir vukuata rastlanmadı.

İNŞAAT SEKTÖRÜ MAALESEF İYİ DURUMDA DEĞİL

Türkiye’de de doğru sistem ve iyi denetim uygulanırsa, sağlam inşaatlar yapılabiliyor. Yukarıda verdiğim örnekler genelleştirilerek Türkiye’de, içinde bulunduğumuz dönemde, inşaat sektörünün iyi olduğunu maalesef söyleyemiyorum. Bu sektörün gittikçe yozlaştığı, şehirciliği bozduğu, son depremde de görüldüğü gibi can güvenliğini hiçe saydığı görülüyor. İnşaat sektörünün nasıl bu hale geldiği önemli bir analiz konusudur. İnşaat sektöründeki yozlaşmada, ekonomik yapıda yaşanan değişimin önemli faktörlerden biri olduğunu söylemek yerinde olur kanaatindeyim.

KİT’LERİ SATIN ALANLAR, TESİSLERİ DEVAM ETTİRME YERİNE İNŞAAT YAPTILAR

Türkiye’de 1962’den itibaren planlı kalkınma döneminin başlaması ile tarım, sanayi ve hizmet sektörleri arasında rasyonel kaynak dağılımı ve dengeli kalkınma politikası uygulanmaktaydı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında kurulmaya başlanan ve daha sonraki yıllarda da sayısı artan Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT)  de, ekonomide, özellikle sanayi alanında önemli yer tutuyordu. Bu kurumlar, zamanla dünyadaki değişime ve rekabete dayalı piyasa ekonomisine ayak uyduramadığı gerekçesiyle, 1980’lerde özelleştirme politikası kapsamına alınmıştı. Ancak o tarihlerde, özel sektörün buna hazır olmadığı görülerek uygulamaya gidilmemişti. 2000’li yıllarda KİT’ler, kendi içinde yapılacak düzenlemelerle daha rasyonel işletme haline getirilme yerine, özelleştirme adı altında büyük çapta tasfiye edildi. KİT’leri satın alan iş adamlarının çoğu da, bu tesisleri devam ettirme yerine, arsalarına çeşitli maksatlarla kâr amaçlı inşaatlar yaptılar.

KİT’LERİN TASFİYE EDİLMESİ BOŞLUK YARATTI, ÖZEL SEKTÖR BU BOŞLUĞU DOLDURAMADI

KİT’lerin tasfiyesi, sanayide büyük boşluk yarattı ve özel sektör bu boşluğu dolduramadı. Yıllık yatırımlar içinde sanayi yatırımları azalmaya, milli gelir içinde de tarım ve sanayinin payı düşmeye başladı. Devletin, savunma sanayi hariç, sanayi yatırımlarından çekilmesiyle, kamu kaynakları büyük çapta inşaat sektörüne yönlendirildi. Türkiye üretim ağırlıklı ekonomik gelişme yerine, inşaat, hizmetler ve tüketim ağırlıklı bir gelişme modeline geçti. Sürdürülebilir olmayan bu politikalar, ekonomik yapının ve ekonominin dengelerinin bozulmasını başlattı. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)’nin, 2011’de bakanlık haline getirilerek tesirinin azaltılması ve 2018’de de kapatılması, bu bozulma sürecini daha da hızlandırdı.

YAPI EMNİYETİ VE ESTETİĞİ ARKA PLANA ATILDI, RANT BİRİNCİ PLANDA YER ALDI

2006’dan sonra, ülkenin en cazip ve kârlı sektörü inşaat olmaya başladı. Sanayicilerin bir kısmı da, AVM, çok katlı iş merkezleri, lüks konutlar gibi daha karlı alanlara yatırımlarını kaydırmaya başladılar. Bu gelişmede, başta büyük şehirlerde olmak üzere, belediyelerin, şehir içinde ve çevresinde yer alan arsa ve arazilere imar hakkı ve yüksek katlı bina yapma izni vermelerinin rolü büyük oldu. Bu zihniyet bütün ilçe ve illere, istisnalar olabilir, hakim oldu ve özellikle konut sektöründe rant paylaşımı yaygınlaştı. Bu gelişmelere paralel olarak da, ehliyeti olmayan çok sayıda inşaat yapımcısı ortaya çıkmış, ehliyetli ve kurumsallaşmış şirketlerin sayısı gittikçe azalmıştır. Yapı kontrol mekanizmaları da bu ortamda, görevini icra edemedi. Özetle, yapı emniyeti ve estetiği arka plana atıldı ve rant birinci sırada yer aldı. Sonuçta ülkenin başına büyük felaketlere yol açan durumlar ortaya çıktı.

BUNDAN SONRAKİ YAPILAŞMADA NELER YAPILMALI?

Bu gidişatın sürdürülemeyeceği ortadadır. Bundan sonra, yapılaşmada nasıl bir yöntem uygulanacağı acil hale geldi. Bu konuda sadece birkaç temel prensip üzerinde duracağım.

  1. Her şehir, ilçe ve idari yerleşim alanları için, şehircilik planları yapılmalı, nerede ne tip yapılaşma olacağı ulaşım planı ile birlikte, bu planlarda yer almalıdır.
  2. İmar ve yapı izni verilirken, şehircilik planında yer alan kriterlere uyulması şart olmalı ve keyfi katsayı belirlemelerine son verilmelidir.
  3. Yapılaşmada, yapının niteliğine göre zemin etüdü, projelerin uygunluğu ilgili makamlarca onaylanmalıdır.
  4. Yapı denetim sistemi, sıfır toleransla işler hale getirilmelidir.
  5. Müteahhit firmaları için yeterlilik kriterleri getirilmesi uygulamasına geçilmelidir.
  6. Yukarda listelenen kuralların uygulanması için kesin müeyyideler konmalıdır.

On bir ilimizi etkileyen deprem bölgesi ile ilgili olarak ayaküstü kararlarla hareket etme yerine, planlı ve programlı bir yaklaşım benimsenmelidir. Süratle her il için, çeşitli disiplinlerden uzmanlar grubu ile planlama üniteleri oluşturulmalı, bu illerde yerleşim, ekonomik ve sosyal gelişme, demografinin korunması gibi alanları kapsayan icra planları oluşturulmalı, uygulamalar bu planlara göre yapılmalıdır. Bu iller, mümkün olan kısa sürede yaşanması cazip yerleşim alanları haline getirilmelidir.

İSTANBUL İÇİN ACİL PLAN YAPILMALI, VAKİT KAYBETMEDEN UYGULAMAYA GEÇİLMELİDİR

Bilim insanlarının tahminlerine göre deprem riski yüksek olan İstanbul için, Toplu Konut İdaresi koordinatörlüğünde ilgili kurumlarla işbirliği içinde, depreme dayanıksız olduğu tespit edilen konutların, yıkımı veya güçlendirilmesi için acil plan yapılmalı ve vakit kaybetmeden uygulamaya geçilmelidir. Bu alanda gelişmiş yeni teknolojilere sahip ülkelerden, Japonya gibi, uzmanlık desteği alınmalıdır. Kaynak olarak Toplu Konut Fonu ve oluşturulacak diğer kaynaklar öncelikle bu amaçla kullanılmalıdır.

ULUSLARARASI FİNANS KURUMLARINDAN UZUN VADELİ DÜŞÜK FAİZLİ KAYNAK EDİLMELİ

Ayrıca, bu iki konu için geliştirilecek projelere, Dünya Bankası ve Avrupa Konseyi Kalkınma Bankası başta olmak üzere, uluslararası finans kurumlarından uzun vadeli ve düşük faizli kaynak temini için girişimde bulunulmalıdır. Bu vesileyle, şimdiki adı Avrupa Konseyi Kalkınma Bankasında, Türkiye adına yönetim kurulu üyesi olduğum (1984-1994) dönemde, hiçbir formaliteye gerek kalmadan, 1992 Erzincan depremi için 500 milyon dolar acil kredi sağlandığını örnek olarak vermek isterim.

Vahit Erdem

Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi Kurucusu

TBMM 22. Dönem Milletvekili

erdem@turcomoney.com         

 

 

Yorum yok

Yorum Yazın

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

*

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

İlgili Haberler

Site Haritası