– Yağma kavramını, ihtiyaçları karşılamak doğrultusunda hazır olana ulaşmak, ele geçirmek ve kullanmak olarak tanımlamayabiliriz. Yağma ve yağmacılık, insanın ekonomik serüveninin ilk adımında dahi karşımıza çıkar. İlk insan toplulukları toplayıcı idi. Başka bir ifadeyle, doğada hazır bulunan maddeyi kendi ihtiyaçları için kullanmayı amaçlamaktaydılar. Bu, elbette yaşamsal bir zorunluluktu. Nitekim, tüm flora ve fauna da bunu yapıyor. Kısaca insan, doğayı yağmalıyor.
– Başlangıçta yağma; insan-doğa ilişkisi kapsamındaydı, yani buradaki öteki doğa iken, yeni dönemde öteki giderek diğer insanlar (veya toplumlar, ülkeler, devletler) olacaktır. Yağmacılığın yeni ve yaygın biçimi, diğerlerinin sahip olduklarını zorla ele geçirmektir. Ganimetler, fetihler vb. ekonomik ihtiyaçların karşılanmasında kritik bir rol oynuyor. Halihazırda da yağma olgusu, varlığını sürdürüyor. Ancak, çok önemli bir fark var. Şimdiki yağma veya yağmacılık sonludur, ötekindekini tamamen ele geçirdiğinizde sona eriyor.
Önceki iki yazıda Kojin Karatani’nin devlet ve yağmacılık hakkındaki fikirlerine yer vermiştim. Burada kullanılan anlamıyla yağma olgusunun nasıl anlaşılması gerektiğine dair perspektifi bu yazıda açımlamak istiyorum, tabii ki dilim döndüğünce, aklım yettiğince.
Yağma olgusunu, ihtiyaçları karşılamak doğrultusunda hazır olana ulaşmak, ele geçirmek ve kullanmak olarak tanımlamaya çalışabiliriz. Bu açıdan bakıldığında yağma ve yağmacılık, insanın ekonomik serüveninin ilk adımında dahi karşımıza çıkar. İlk insan toplulukları toplayıcı idi. Başka bir ifadeyle, doğada hazır bulunan maddeyi kendi ihtiyaçları için kullanmayı amaçlamaktaydılar. Bu, elbette yaşamsal bir zorunluluktu. Nitekim, tüm flora ve fauna da bunu yapıyor. Bu ilişkiler, doğada bir somut olgu olarak karşımıza çıkar. Daha açıkçası şöyle denilebilir: Doğada hiçbir canlı yoktur ki yaşamını tamamen kendisindeki imkân ve özelliklerle sürdürsün. Her canlı, bir diğerinden faydalanıyor ve geniş perspektiften bakıldığında doğal denge dediğimiz bir döngü karşımıza çıkıyor. O halde, toplayıcı insanın yağmacılığı kaçınılmazdır, zorunludur veya doğaldır.
İNSAN DOĞAYI YAĞMALIYOR
Avcılık, insan yaşamına eklendiğinde esasen pek de değişen bir şey olmadı. İnsan, yine doğanın sunduğu imkânları -bu sefer daha fazla rol üstlenerek- kullanıyor ve ihtiyaçlarını karşılıyor. Kısaca ifade etmek gerekirse insan, doğayı yağmalıyor. Ancak, bu noktada insanın gelecekte büyük değişiklikler yaratacak bir özelliği de devrededir. İnsan, homo faber olması itibariyle yapar, üretir. Buradaki yapma veya üretme alet, araç, gereç ve benzerleridir. Dolayısıyla, iddia edebiliriz ki, insan bir yandan doğayı yağmalamayı sürdürürken, diğer yandan da yeni bir insan yaşamının ilk ve cılız işaretlerini ortaya koyuyor.
YAĞMACILIĞIN YENİ VE YAYGIN BİÇİMİ: DİĞERLERİNİN SAHİP OLDUKLARINA ZOR YOLUYLA SAHİP OLMAK
Yerleşik hayata geçiş ve tarım, insan yaşamında radikal dönüşümlerin izlerini sürebileceğimiz bir çağın başlangıç aşamasına denk düşüyor. Topluluktan topluma geçiş, devletin kuruluşu, piyasanın icadı, çok önemli dönüşüm süreçlerini beraberinde getiriyor. İşte tam da bu kapsamda, başlangıçta karşımıza çıkan ekonomik ilişkiler biçimi de etkileniyor. Başka bir ifadeyle, yağma ilkesi de dönüşüyor. Kanımca, yukarıda referans verilen Karatani’nin devlet ve yağmacılık perspektifine de bu bağlamda anlam yüklenebilir. O halde, yağmayı nasıl tanımlamalıyız? Bu süreçte yağma, ötekinin sahip olduğuna ulaşma ve onu kendisi için kullanma olarak anlaşılabilir. Tabii ki burada artık çok önemli bir değişiklik de dikkati çekmelidir. Başlangıçta işaret ettiğimiz yağma insan-doğa ilişkisi kapsamındayken, yani buradaki öteki doğa iken, yeni dönemde öteki giderek diğer insanlar (veya toplumlar, ülkeler, devletler) olacaktır. Savaşların en temel ekonomik nedenlerinden biri de burada karşımıza çıkıyor. Diğerlerinin sahip olduklarına zor yoluyla sahip olmak yağmacılığın yeni ve yaygın biçimidir. Ganimetler, fetihler ve benzerleri ekonomik ihtiyaçların karşılanmasında kritik bir rol oynayacaktır.
ÜRETİM, DOĞADAN TEMİN EDİLENLERLE BAŞLIYOR, ANCAK ORADA KALMIYOR…
İster istemez günümüze gelene dek önemli bir değişim olmadı mı sorusu akla gelecektir. Yukarıda işaret edildiği gibi yerleşik hayata geçiş, bu kapsamda önemli bir sürece can suyu vermiştir denilebilir. Doğa, artık sadece doğrudan verebilecekleriyle anlamlı değildir. İnsan, doğayı daha açık biçimde ifade etmek gerekirse toprağı işler, değiştirir, ondan sistematik bir biçimde ürünler elde etmeye yönelir. Bugünkü iktisat diliyle söylenecek olursa, insan bir üretim fonksiyonu inşa eder. Buradaki kritik husus, kendiliğinden bir araya gel(e)meyen üretim faktörlerinin bir amaç doğrultusunda bir araya getirilmesi ve halihazırda var olmayan ürünlere yönelinmesidir. Giderek karmaşıklaşan üretim süreçleri, burada bahsedilen dönüşümlerin sonuçlarıdır. Örnek vermek gerekirse, bir mobilya üretiminde dahi, üretim süreci önceden var olmayanın insan eliyle, insan müdahalesiyle ortaya çıkartılmasıdır. Antik Yunan’da tekhne adı verilen de budur esasen. Bu sadece bir üretim de değildir aslında, bir yaratma sürecidir. Bu yaratmayı tabii ki teolojideki creatio ex nihilio ile karıştırmamak gerekir. İnsan aklıyla, estetik duygusuyla, yaratıcılığıyla yine kendi yaşamında kullanacağı bir dizi sonucu tasarlıyor, üretiyor ve sonrasında kullanıyor. Bu tarz bir üretime yağma demek yerinde olmaz. Tabii ki üretim, doğadan temin edilenlerle başlıyor. Ancak orada kalmayıp ve giderek karmaşıklaşan, her yeni aşamasında insanın oynadığı rolün daha da kritik hale geldiği bir süreçtir söz konusu olan. Sanayi Devrimiyle yaşanan ve insan yaşamının neredeyse bütün bileşenlerini kökten etkileyen de budur.
YAĞMA VEYA YAĞMACILIK SONLUDUR, ÖTEKİNDEKİNİ TAMAMEN ELE GEÇİRDİĞİNİZDE SONA ERİYOR
Tekhne çağında -isterseniz popüler kullanımıyla teknoloji çağında diyelim- sadece yukarıda bahsedilen üretim mi vardır? Buna olumsuz cevap vermek ve halihazırda da yağma olgusunun varlığını sürdürdüğünü kabul etmek gerekir. Ancak, aralarındaki çok önemli bir fark dikkati çekmelidir. Yağma veya yağmacılık sonludur, ötekindekini tamamen ele geçirdiğinizde sona eriyor. İster doğayı ister ötekini yağmalayın, değişmeyecektir sonuç. Üretim fonksiyonu ise bu sonluluğu bir tür sonsuzluğa çeviriyor. Gerek verimlilik yoluyla gerekse de inovasyon aracılığıyla sürekli değer yaratabilme iddiası çıkar karşımıza. Kanımca, kadim zihniyetin döngüsellik anlayışı ile modernitenin ilerlemecilik yaklaşımı arasındaki dönüşümün izlerini sürmek isteyenler için bu fark bir anlam ifade edebilecektir.
Not: Kapak görseli, yapay zeka asistanı Gemini tarafından oluşturulmuştur.
Doç. Dr. Ertuğrul KIZILKAYA
İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi
kizilkaya@turcomoney.com
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsim *
Email *
Bir dahaki sefere yorum yaptığımda kullanılmak üzere adımı, e-posta adresimi ve web site adresimi bu tarayıcıya kaydet.
Δ
This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.